Îmân eden ne bir erkek, ne de îmân eden bir kadın için Allâh ve Rasûlü bir işe hükmettigi zaman; kendi işlerinden (diledikleri arasında Allâh ve Rasûl'ünün hükmüne muhalif) birini seçmeleri onlar için olamaz. (Bilakis onlara gereken, kendi görüşlerini, Allâh ve Rasûlünün hükmüne tâbî kılmalarıdır.) Ama her kim Allâh(ın buyrukların)a ve Rasül'ünün emirlerin)e isyân ederse, muhakkak ki o kişi pek açık bir sapıklıkla dalâlete düşmüştür.
Ahzâb Sûresi-36
Şüphe yok ki, sabredenler için mükâfatları hesapsız olarak ödenecektir.
Zümer, 10
Reklam
Sapmanın ve yanılmanın baş sebebi insanın kendini yeterli sanması, bilgi ve güç almak için Allah’a yönelmeyi reddetmesidir. “Gerçek şu ki insan, kendini kendine yeterli görerek ille de azgınlaşmaktadır! Oysa (kuldaki) her şey yalnız rabbine aittir (O’na dönecektir)” (Alak 96/6-8).
Elhamdülillah
(De ki: "Biz) Allah'ın (İslam) boyasıyla (boyanmışızdır). Boyası Allah'ınkinden daha güzel olan kim olabilir ki? Biz ancak O'na kulluk edenleriz.
İnsan (Allah'tan) hayır (mal-mülk vs.) istemekten usanmaz (her şeyinin olmasını ister). Ancak kendisine bir kötülük (bir sıkıntı) dokunursa hemen karamsar olur, (Allah'ın rahmetinden) ümidi keser. Andolsun ki başına gelen bir felaket, bir sıkıntıdan sonra, ona tarafımızdan bir rahmet (ve refah) tattırırsak: "Mutlaka bu benim hakkımdır. (Ben) kıyametin kopacağını (filan) da sanmıyorum. Andolsun ki eğer (o müslümanların dediği gibi kopsa da) Rabbime döndürülsem bile, hiç şüphesiz benim için O'nun yanında elbet daha güzeli vardır." der. Fakat andolsun ki inkâr edenlere yaptıklarını kesinlikle haber vereceğiz ve mutlaka onlara en ağır azabı tattıracağız. İnsana nimet verdiğimiz zaman, (buna rağmen şükürden, ibadet ve itaatten yüz çevirir, büyüklük taslayıp uzaklaşırlar. Kendisine bir şer dokunduğu zaman da artık o, uzun uzun yakarır durur. (Resülüm!) De ki: "Söyleyin bana eğer o (Kur'an) Allah katından ise ve ardından siz de onu inkar etmişseniz, (böyle haktan) uzak bir ayrılığa düşen o kimseden daha sapık kim olabilir? İleride onlara, gerek ufuklarda (dünya ülkelerinde/dış dünyalarında) gerek kendi içlerinde (ve iç dünyalarında) âyetlerimizi göstereceğiz. Nihayet o (Kur'an'ın hak olduğu açıkça ortaya çıkacaktır. Rabbinin her şeye hakkıyla şahit olması kafi değil mi? Fussilet 49-53
"SABREDİN; Allah sabredenlerle beraberdir." فَإِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا Fe inne meal usri yusrâ(yusran). Muhakkak ki her zorlukla beraber bir kolaylık vardır 🍂
Reklam
Beled Suresi 4. Ayet - Hiç kuşkusuz biz insanı zahmetli bir hayat için yarattık.- 4. âyette geçen kebed kelimesi “acı, sıkıntı, zahmet” gibi anlamlara gelmektedir. Bu da insanın, doğduğu günden öleceği güne kadar az veya çok sıkıntılar, ihtiyaçlar, acılarla karşılaşmasının kaçınılmaz olduğunu gösterir. “Hayat mücadelesi” ifadesinin genel kabul görerek kullanılması da insanın dünya hayatının “mücadele” şeklinde özetlenebileceğini göstermektedir. Bu durum aynı zamanda insana mücadele gücü ve iradesi de kazandırmaktadır. Âyetlerde ayrıca Hz. Peygamber’in karşılaşacağı güç şartlara, müşriklerin ona uygulayacağı baskılara ve bunlara kendini hazırlaması gerektiğine de bir işaret olduğu anlaşılıyor.
Sayfa 625 - Cilt 5
Resûlallah (sas.) : "Yalnız Kuran'a sarılın, bize Allah'ın Kitabı yeter, biz onda gördüklerimize uyarız." diyenlerin çıkacağını haber vermiş ve onlardan sakındırmıştır.
Oysa (kuldaki) her şey yalnız rabbine aittir (O’na dönecektir)” (Alak 96/6-8). “Bize doğru yolu göster” duası aynı zamanda rabbin, kullarına bir irşad ve uyarısıdır; eğer insan kendine yeterli olsaydı, doğru yolu görmesi ve bulması için bir başkasına ihtiyacı olmazdı. Yaratıcı bu tâlimatı verdiğine göre kula düşen, ilâhî irşada kulak vermek, insanî bilgi ve kabiliyetlerini bu irşad doğrultusunda kullanarak her adımını doğru atması için O’nun tarafından sağlanan imkânları gerektiği gibi kullanmaktır. “Doğru yol” (sırât-ı müstakîm) İslâm’dır. Allah’ın peygamberleri ile kullarına gönderdiği dinlerin genel adı da İslâm’dır. Yaratan ile yaratılan, Allah ile kul, akıl ile vahiy, hürriyet ile cebir, haksızlık ile adalet, iyi ile kötü... ancak İslâm’da yerli yerine konmuş, doğru ilişkiler ve dengeler kurulmuş,kurulma yolları gösterilmiştir. Hadiste yer alan bir örnekle açıklanacak olursa dosdoğru bir yol, yolun iki tarafında iki duvar, duvarlarda açılmış perdeli kapılar ve yolun başında da bir çağırıcı var ve o, “Ey insanlar! Hepiniz doğru yola giriniz, dağılıp parçalanmayınız!” diye sesleniyor. Birisi perdeli kapılardan birine girmek istediğinde yukarıdan bir başka çağırıcı sesleniyor: “Sakın o perdeyi kaldırma! Kaldırırsan girer gidersin!” (Müsned, IV, 182-183; Şevkânî, I, 20). Bu örnekteki yol İslâm’dır, duvarlar Allah’ın koyduğu sınırlardır,kapılar haramlardır, yolun başındaki çağırıcı Allah’ın kitabıdır, yukarıdaki çağırıcı ve uyarıcı, her müminin kalbindeki ilâhî öğütçüdür. Böylece İslâm’da vahiy, vicdan ve akıl birlikte işletilerek doğru yol bulunmaktadır.
Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla
Kâfirûn Sûresi / 1.Ayet (Resûlüm!) De ki: “Ey kâfirler! (Ey İslâm karşıtları!)” Kâfirûn Sûresi / 2.Ayet “(Sizin) tapmakta olduklarınıza ben tapmam.” Kâfirûn Sûresi / 3.Ayet “Siz de (aslında benim) ibadet ettiğime ibadet/kulluk edecek değilsiniz.” Kâfirûn Sûresi / 4.Ayet “Zaten ben (sizin) taptığınız şeylere asla tapacak değilim.” “Allah var” deseniz bile.1 Kâfirûn Sûresi / 5.Ayet “Siz de (aslında benim) ibadet ettiğime ibadet/kulluk edenlerden değilsiniz.” Kâfirûn Sûresi / 6.Ayet “Sizin (batıl) dininiz size, benim (hak olan) dinim de banadır.” İslâm’ın tebliğine/insana ulaşmasına, onun hayata geçirilmesine engel olunmadıkça ve saldırılmadıkça prensip böyledir. Yoksa dinlerini onaylamak için değildir.
Reklam
Kafirun Suresi
Mekke döneminde nâzil olmuştur. Altı âyettir. Kâfirlere hitapla başladığından bu adı almıştır. Ebû Cehil ile bazı Kureyş müşrikleri, Resûlullah’a amcası aracılığıyla cazip teklifler yapmışlar; “İsterse kendisine başkanlık verelim. Yeter ki putlarımıza söz söylemesin. Bir yıl o bizim putlarımıza tapsın/saygılı olsun; bir yıl da biz onun Allah’ına ibadet edelim.” demişlerdi. İşte inen bu sûre ile Allah Resûlü onlara Allah’ın red cevabını bildirdi. Putlara saygı ve tapınma ile beraber uzlaşmacı ve tavizci beraberliğe girmedi. O’na, şirke girmemek için Allah’ın hâkimiyetine, Rabliğine/tevhide aykırı bulunan şeylerde hiçbir taviz ve uzlaşma ruhsatı verilmemiştir. Resûlullah’ın tatbikatı da bu olmuştur. Fakat bundan sonra müşrikler daha sertleşmeye başladılar. Zaten bütün peygamberlerin mücadelesi, dinsizlerden ziyade, Allah’ın varlığını kabul ettikleri halde tâğûtlara kulluk eden, fikrî veya şeklî putları yücelten, onları öne geçiren şirk dini mensuplarıyla olmuştur.
Bilinmelidir ki gerçek etki ne büyüde, ne büyücüde, ne tabiatta, ne ruhta, ne yerdeyette ne gökte, ne şeytanda, ne de melektedir. Hakiki etkin olan sadece ve sadece Yüce Allah'tır. Fayda ve zarar denilen şey de ancak O'nun izniyle meydana gelir. Demek ki sadece ve sadece Yüce Allah'a karşı duyarlı davranılmalı, O'nun azabından ve gazabından korkulmalı, sadece O'na sığınılmalıdır ki bütün bunların elde edilebileceği yegane yol O'nun vahyine sarılmaktır.
Sayfa 38 - Haliç Üniversitesi YayınlarıKitabı okuyor
Geri199
1,500 öğeden 1,486 ile 1,500 arasındakiler gösteriliyor.