Her yerde ve her zaman halk kitleleri sabretmek, katlanmak zorunda bırakılır. Sabır, uzlaşma ve yoksunluklar kitlelerin bir nevi görevi haline gelmiştir. Pek çok konuda saldırıya uğramış, küçümsenmiştir halk. Her yerde ve her zaman, “Halk sarhoştur. İnsanlar tembel, çalışmak istemiyorlar. İnsanlar kaba, açgözlü, acımasız,” denir ve en iyi becerdikleri şeyin sabır olduğu söylenir. “Açlık çekiyor, dönüyor, pislik içinde yaşıyor, yine de şikayet etmiyor, sabrediyor.”
Herkes halkın sabrını övüyor, hayranlık duyuyordu.
Öyle olmasına öyle, ama yine de ciddi olmayan bir şey var bu işte. Düşünceler güzel, ama inandırıcılıkları az. Yine de bütün kalbimle mutluluk dilerim sana.
Yazık ki yaban otlarının arasında iyi şeyler kaybolup gider. Çalıların arasından başlarını çıkarsalar da görülmezler.
Ama böylelikle de toprağın bereketli olduğunu, daha iyi şartlarda daha kaliteli mahsul alınabileceğini anlarız.
İnsanlar her konuda kendi konumlarını düşünceler ya da önyargılar üretiyor, belli bir toplumsal çevre içine düşüyor, onun düşüncelerini benimsiyorlar. Böylece içinde yaşadığımız çevreye bağdaşan belirli bir düşünce tarzı ya da sizce daha uygunsa bir çeşit aptallık kazanıyorsunuz, sizi anlıyorlar, siz diğerlerini anlıyorsunuz, onlarla yakın bir duygu ve düşünce birliğine giriyor, gerçekten o topluluğun bir üyesi oluyorsunuz. İnsan bankacı, mühendis, bürokrat, asker, ne bileyim daha neler oluveriyor… Ama hiç değilse bir şey oluyor, bir şey yapıyor, kafası orada burada değil, bir yerde oluyor. Sonu gelmez hayallere kapılıp gitmiyor.