Kalemine hayran olduğum Ethem Baran'dan bir alıntı ile başlıyor kitap.
"Ve her hikâye zamanını bekliyordu."
Esra Kahya bu öyküleri hangi zamanla yoğurdu? Okuyucusuna kavuşturmak için kaç zamanı geride bıraktı? Ve bir öykü kitabının, tüm hikayeleri nasıl bu kadar güzel olabildi ?
Benim Rüyalarım Hep Çıkar ile on iki öyküye yelken açıyoruz. Büyüler, batıl inançlar, mitler, acılar, kırılmış çocuk kalpleri...
Önce;
Mercan'ın saçlarına ağladım. Bir yerlerde yaşandığını bildiğimiz, ama dillendirmekten çekindiğimiz gerçeklerin kurbanı ah o saçlar. Saça vurulan bir makas sesi daha duyuluyor. Yüreğimde bir yangın, büyülenmişcesine dinleyip kalıyorum.
Ufak bir poster meselesine gelince, parçalanan bir çocuk kalbine ortak oluyorum. Ne de olsa "Resim olan odaya melek girmez" cümleleriyle ben de büyütüldüm.
Susmak zamanı ile Fırat sustu, ben de sustum. Bu insanlık ayıbı karşısında utançla susmaktan başka, geriye bir şey kalmadı.
Ölene kadar aramızda öyküsünü, yüreğim ağzımda okudum.
Peki cümlelerin güzelliğine ne demeli?
"Acısı derinde olan bakarak konuşur işte böyle. Gözün bebeği acının rengini, sesini alır. Koyuldukça koyulur."
"Her hikâye biraz eksik başlar. Herkes yarımdır biraz."
"Konuşmanın yersiz olduğu anlarda susmayı öğreneli çok oldu."
"İnsan beklerken zamanın kibrini de anlıyor. Zaman her şeyden önce. Nasıl da güçlü, acımasız."
"Sanmak ne fena bir hal imiş. Hele sevecek sanmak"
Kısacık sayfalarla, böylesine duygu yoğunluğu yaşatabilmek takdire şayan. Sevgili Esra Kahya'nın daha nice kitabını okumak umuduyla...
Daha sonraları Halikarnas Balıkçısı diye anılan Cevat Şakir’i, çocukluğumda değil, ancak gençliğimde tanıdım. Çünkü ben doğmadan önce babasını öldürmüş, Cumhuriyet ilan edilip genel af çıkıncaya kadar Sinop hapishanesinde yatmış, sonra da siyasal bir suçtan ötürü Bodrum’a sürülmüştü. Ama daha sonraları Cevat’ı sık sık gördüm. Nisan 1966’da,
"Hangi gerçekler Viki? Kardeşi ve arkadaşları emperyalist bir savaşta yani başında öldürülen genç bir adamın, bu kendisine ait olmayan savaşta aldatılarak kullanılması sonunda yok edilen hayatı, kırılan umutlarının gerçeği mi? Yoksa çok iyi bir eğitim almış, olağanüstü zeki bir hukuk öğrencisinin - Ali Osman- emperyalizme karşı savaşırken yok olan hayatı ve hayalleri mi? Yoksa şu gerçeği mi tercih ederdin: Kendi ölümüyle başka bir gencin hayatını kurtaran, ama aslında her ikisi de emperyalizme kurbanı olan iki gencin hazin hikâyesi gerçeği mi? "
Sustu. Üzgün görünüyordu. Başını yere eğdi, bekledi. O zaman Viki de sessizce onun yanına, çok yakınına oturdu. Neredeyse bacakları birbirine dokunacaktı.
" Başka bir seçenek daha var. Ya da bir başka gerçek... " dedi Ali Osman kırık bir sesle," Bir düşman askeri olarak işgale yolladığı ülkede, hayatta kalışını borçlu olduğu köylü kızı - ki, ona hep 'melek' derlerdi- ile bir hukuk öğrencisi subayın ailesine tutunarak, ödünç bir yaşamı sürdüren genç bir erkeğin ağır gerçeği. Kendisini aldatanlara karşı bir ölü gibi davranarak, kendisine de doğduğu ülkeden müebbet sürgün cezası vererek içinde geçen uzun bir yaşamın gerçeği... "