“Yıl 1973, Ankara Hastanesinin üçüncü katında en dip odaya kendi kaderine terk edilmiş, ölüme itilmiş, kimsesiz bir annenin oğlunun kaleminden dökülenleri okuyacaksınız.”
“Yaşadığımız tüm acıların çığlıkları kendi içimizde kopar”
ATAKULE CİNAYETİ
Yıl 1994;
Çankırı Pazarında kavun satıyorum. Lüks bir araç gelip, tezgahın önüne durdu. Kastamonu'dan geldiğini ve Ankara'ya gittiğini söyledi. Ve benden beş tane kavun istedi. O sırada terazinin yanında bulunan eski defterime uzanıp;
-Bu şiirleri sen mi yazıyorsun?
-Evet
-Güzel sözlerin var. Bence kitap yapmalısın!
Çocuktum, cahildim, şiirler yazıyordum. Ama o kişi kendisinin Yavuz Donat olduğunu söylediğinde bile anlamamıştım.
Ta ki yıllar sonra!
İlk kitabımın çıktığı zaman.
1924 Yılından başlayan gerçek bir hikâye, gizemini hala koruyan Fikrîye Hanımın yaşantısı ve ölümüne değinen Ali Bayram kitabında şöyle yazmaya başlamış.
“Yıl 1973, Ankara Hastanesinin üçüncü katında en dip odaya kendi kaderine terk edilmiş, ölüme itilmiş, kimsesiz bir annenin oğlunun kaleminden dökülenleri okuyacaksınız.”
“Yaşadığımız tüm acıların çığlıkları kendi içimizde kopar”
Kitabın ilk satırlarından sonra bizi tanıdık olan bazı bölümler karşılıyor. Ve Fikrîye Hanımın ağzından İnebolu’ya gelişi anlatılıyor.
Başörtüm ve mantom sırılsıklam olmuştu ama umurumda değildi. Aşktan ve ona yakın olacağımdan dolayı duyduğum heyecandan olsa gerek yağmurun tenimde bıraktığı o soğuk ürperti sanki ilkbaharda, Karadeniz’in serin sularını getiren rüzgârın serinliğiydi
Kitabı bir solukta okudum çok akıcı ve heyecan vericiydi. Ankara da yaşayan biri olarak olayların geçtiği yerler tanıdık gelince daha ilginç ve sürükleyici oldu.Kitaptaki polislerin olayları araştırırken sürekli çay içmeleri Türklerin çay ikram etmeyi ve içmeyi ne kadar çok sevdiğini de ortaya koyuyor. Kitabın sonu acaba ikinci bir kitabın habercisi olabilir mi?