En güzeli de nereden duydun, neden aldın hatırlamadan bambaşka hayatlar yaşatıp bir sepet dolusu duyguyla seni çepeçevre saran bir kitap.
Nedense hikâye kitaplarında hüznün payı bir türlü azalmıyor. Okudukça sormadan edemiyor insan: Edebiyat en çok kederden mi beslenir? Coşkusunu yitirip eskimiş aşklar, yüzlerce kez tekrar eden rutinlerin burukluğunda karı-koca ilişkileri, beklenmedik ayrılıklar ve nice nice dert. Melisa Kesmez Nohut Oda'da bu gibi dertlerin ağırlığını, yapış yapışlığını, o kara kasvetini okuruna maharetle derinden hissettiriyor fakat bununla yetinmiyor; tüm bu sıkıntılara mukabil umudun kıpırtısını, ışıl ışıl pırıltısını da yeşertiyor okurunun kalbinde.
Malum, mekân tasviri okuyucunun hikâyeye dahil olabilmesi için gerekli. Buna karşın lüzumsuz detaylar yüzünden okuyucuyla hikâye arasında bir bariyere dönüşme riskini de taşıyor. Nohut Oda’nın tasvirlerinde ise yazar, yaşadığımız somut dünyayı kuran gündelik, alelade eşyaların duygu dünyamızdaki izlerini sürüyor, üzerlerine bir bir ışık tutuyor. Bu bağın ne kadar sıkı, ne kadar güçlü olduğunu atmosferine hiç fark etmeden giriverdiği hikâyenin son satırını bitirince anlıyor okur.