-Şunu merak ediyorum: Bu kanın, kafayı çekip duvarın dibinde sızmış yaşlı bir fahişenin kanından üstünlüğü nedir?
"Hiçbir üstünlüğü yok" dedi sihirbaz dudaklarında samimi bir gülümsemeyle. "Ancak aynı işi kolayca elde edilen domuz kanının da gördüğü bilinseydi, o zaman ayaktakımı sihirbazlık deneylerine girişirdi. Ama ayaktakımı seni çok etkileyen bakire kanı, ejderha gözyaşı, beyaz örümcek zehri, kıyılmış bebek parmakları ya da gece yarısı mezarından çıkarılmış ceset suyu bulup kullanmak zorunda kalırsa bu işe kalkışmaktan genelde vazgeçer"
Hüseyin, ah canım Hüseyin. Kendimden bir parça, babamdan, kardeşimden, annemden birer parça gördüğüm Hüseyin… seninle tanıştığım için çok mutlu oldum.
Hüseyin bir kızı bir oğlu olan, kendi rutinine her gün hiç sapmadan bağlı kalan, işini doğru yapan ve kendisini sorumluluklarından bir adım sonrasına koyam bir aile babası. O bu rutininden,
Hrozny, o köye tercümanla birlikte bizzat gitti. Savaş şartlarının da etkisiyle, yokluk ve sefalet vardı. Köylüler, çaresizdi. Aradığı köylüyü, hasta yatağında buldu. Zavallı adam, neredeyse bir deri bir kemik kalmış, halsizlikten bitap düşmüş, vücudunun bazı yerlerinde iyileşmeyen yaralar oluşmuştu. Yerinden doğrulmakta bile zorluk çekiyordu.
Arkeolog, köylüye sormak istediği soruları tercümana söyledi. Aldığı cevaplar ise:
Hugo'nun ekibinde, yıllarca çalışmış. Onu çok severmiş. Öldüğünü duyduğunda çok üzülmüş. O uğursuz heykelle ilgili konuşmak istemiyor. Hugo'nun ve iki arkadaşının, o heykel yüzünden öldüğünü, kendisinin de yakında öleceğini söylüyor. O heykel lanetli, diyor. Çok merak ediyorsanız, kendiniz gidip bakın!!!
Saçma sapan düşüncelerle beynimi çok yoruyorum, bunun farkındayım ama ısrarla devam ediyorum. Mesela; hayatımın nerde biteceğini bilmiyorum ama bitmeden önce görüştüğüm o son kişi kim olacak, paylaştığım son duygu, yazdığım son cümle ne olacak diye düşünmekten kendimi alamıyorum. İşin aslı bu merak beni cezbediyor.
Meryem bu son dakikalarında neler hissedeceğini çok merak etmişti. Ama gözlerini kapatınca, içini dolduran şey ha- yıflanma, yazıklanma değil, engin, geniş bir huzur oldu. Bu dünyaya gelişini anımsadı; yoksul bir köylünün haram çocuğu, istenmeyen bir şey, acıklı, teessüf edilen bir kaza. Yabani bir ot. Şimdi bu dünyayı bir dost, bir yoldaş, bir koruyucu olarak terk ediyordu. Bir anne olarak. Nihayet önem kazan- mış bir birey olarak. Hayır. O kadar da kötü sayılmaz, diye düşündü. Bu şekilde ölmek. O kadar da fena değil. Gayri meşru başlamış bir hayat, meşru bir biçimde noktalanıyordu.
yemek yedin mi
su ic
sıkı giyin üşütme
saçını kurut ıslak uyuma
nerdesin dikkat et
İşin bitince haber ver ben buralardayım seni alırım
eve geçince yaz
ağrın var yorma kendini uyu
cikolata gönderdim yersin
Hediyen eline ulaştı mı
iyimisin ariyim
merak ettim
anlat bebeim
"Hiç senlik bir kitap değil ki, niye okudun?"
"Bu akşamki film de hiç benlik değildi Zeynep ama geldim. Bir insanı seviyorsan onun neyi merak ettiğini merak edersin. Onun izlediklerini izlemek istersin, okuduğu satırları okumak istersin, onu üzen ya da güldüren ne varsa bilmek istersin, onunla her şeyi paylaşmak istersin. Hayatı paylaşmak istersin. O istemese bile... Hani demin gözlerinin içi parlayarak söylediğin replik gibi, hayatının geri kalanını biriyle geçirmek istediğini fark ettiğinde, hayatının geri kalanının bir an önce başlamasını istersin."
"Merak ediyorum. Acaba hayattaki her şey, her şeyin yozlaşmış hali midir? diye. Varolmak bir yaklaşıklılık hali, bir şeyin bir önceki günü ya da aşağı yukarı o şey olmak mıdır?"
Zerdüştlüğün tek gerçek din olduğunu ve hakikaten ve inkâr edilemez biçimde cehennemde olduğumu, bir çıkış yolu bulana kadar da burada kalacağımı gerçekten seziyor ve buna artık inanıyordum. Ayrıca bana sunulan fiziki gerçekliğe inandığım gibi, hayatımı içeren, bulmam istenmiş kitabı bulacağıma ve bir gün ilgili yarığa yerleştirip özgür kalacağıma da inanıyordum; ki bu bana garip geliyordu. Neden inandığımı merak ediyordum. Ama kesinlikle inanıyordum.