Cevher Bican, 17 yaşında köyden şehre çalışmak için gelen bir gençtir. Aslında o herşeyimizdir...
Korkuları, ümitleri ve hayal kırıklarını tam mânasıyla beyhude bir çabayı ve en önemlisi insanları yani bizi temsil ediyor.
Eserin zaman çizgisi, tam olarak 1980 öncesi dönemine dayanıyor. Yazar, ne kadar kitap içinde birçok farklı hikayeye yer verse de her hikayede verilen mesaj aynı. Sanayileşme, insanların köyden-kente göçü, sağ-sol çatışması bu sırada yaşadıkları şaşkınlık, uyumsuzluk, aidiyetsizlik ve en nihayetinde garibanlığı çarpıcı bir üslupla ele alıyor. Hiçbir şeyin renginin belli olmadığı bir fabrika düşünün ne mavisi mavi, ne yeşili yeşil. İçine girer girmez sıcağı iliklerinize kadar hissettiğiniz bu yerde başlıyor işte öykünüz. Bugün dostum dediğiniz insan yarın yanınızda yok. Hâya ve edep kavramlarınızdan soyutlanıyorsunuz. Şehirli gibi yemiyor, şehirli gibi giyinmiyor, şehirli gibi hissetmiyorsunuz. Seydali'nin nefsinde nefsimizi, Bican'ın utanğaçlığında saflığımızı, Zülfük Ağa'nın ölümünde vicdanımızı sorgulatıyor bize. Hepimizin aslında bu düzenin birer dişleri olduğumuzu yüzümüze vuruyor âdeta Mustafa Kutlu. Yetinmeyi bilmeyen nefsimizle Ulu'l Emre tıkalı kulaklarımızla suları yokuşa akıtmaya çalışıyoruz.
Bütün bunların 43 yıl önce, Mustafa Kutlu tarafından yazılması ve manzaranın tanıdık olması ne ürpertici. Suyun akışına mı bırakmalıydık kendimizi, yoksa akıntıya karşı kürek mi çekmeliydik ?