Korkular ruhunu kuşattığında, üzüntüler kalbini ele geçirdiğinde, huzursuzluk yüreğine çöktüğünde, imtihanlar üstüne üstüne geldiğinde, endişe ve kaygılar seni bunalttığında, tüm benliğinle de ki: “Allah'ın bizim için yazdıklarından başka, başımıza hiç bir şey gelmez” (Tevbe, 51).
Sana verilmeyeni, sana lazım olmayan bil.
Başkasında imrendiğin, sende olmayanı, olsaydı felaketin bil.
Ne ki eksiğin, olsaydı fazlalığın olurdu:
"Allah herkese layık olduğu cevheri verdi.
Kedinin kanadı olsaydı serçenin nesli tükenirdi."
Sa'dî-i Şirazî (r.a)
"Olur ya da olmaz, gelir ya da gelmez, lutfedilir veya edilmez, alınır ya da alınmaz, gam çekme. gönül de Allah’ın mülküdür, emanettir. Kirletme, yorma, üzme, yıkma, kırma, ağırlık yükleyip durma. Emanete gözün gibi bak, yükü Allah’a bırak. Kalbiniz güzel olsun, gerisi hallolur"
Sesimizi duyan var mı?
Ya son nefesini verirken, “Ölmek istemiyorum!” diye haykıran, geride ömür boyu ana kokusunun hasretini çekecek
ve yaşadığı dehşeti asla unutamayacak bir evlat bırakan
Emine’nin çığlığını...
Annesiyle beraber ruhunu da mezara gömen o çocuğun,
“Ne olur ölme anne!” derken yaşadığı çaresizliğini yüreğinde
hissetmeyeniniz oldu mu?
Suçluyuz hepimiz! Alıştırıldık, tepkisizleştirildik, kanıksadık; korkutulduk, sindirildik...