"ah, ben ölünce neler söyletecekler sana:
ne buldun diyecekler, onun nesini sevdin?
iyisi mi, sevgilim, sen hepten yan çiz bana,
zaten bende ne arar senin değer dediğin.
meğer ki uydurduğun erdemli yalanlarla
hiç lâyık olmadığım şeyler yakıştırasın,
cimri gerçeğin vermek istediğinden fazla
bu ölüye, ardından, övgüler yağdırasın.
ah, belki gerçek sevgin görünür diye sahte,
istemem aşk uğruna yalancıktan övmeni;
adımı da gömsünler cesedinle birlikte
yaşamasın; ne beni utandırsın, ne seni.
utanıyorum işte bunlara yol açmaktan:
hiç değer taşımayan şeylerden sen de utan."
"kaçırdığımız sabahlara ciddi bir özür borçluyuz
beraber uyanmadığımız bütün sabahlar
bir şey eksikti, vardı yeryüzünün haberi
yanımızda başka bedenler
aklımızda başka hayaller
ama aynı güneş aynı gökyüzü
ve sen büyürken kimselerin fark edemediği yerlerde
gözlerini anlamsızca dikerken en yükseklere
durmaksızın seni düşündüğümü söylemem doğru olmaz.
ama günün başka kimselere anlamlı gelmeyen anlarında
bazen onu elli geçe mesela
bazen ikiye altı kala
çorabımın tekini ararken ya da
kaç yumurta kıracağımı düşünürken tavaya
mütemadiyen seni düşündüğümü söyleyebilirim.
sevgilim denmez artık uzaktaki sevgiliye
sevgilim denmez çok ayıp ama sevdiğim diyebilirim
sevdiğim belli olmaz saçma sapan bir zamanda
bir çocuk gülüşünde ya da eski bir türk filminde
farkında bile olmadan aklına gelebilirim."
"ama ne korkunç bir kış, ne yıpratıcı bir kış, ne dayanılmaz, ne umut kırıcı bir kış bu böyle, diyor ikinci ses.
doğrusun, diyor birinci ses.
uzun
zor
çapraşık
karmaşık
ve soğuk
ve dondurucu
"işkence etme, diyor birinci ses. işkence etme. senden başka bir dileğim yok.
işkence eden kim? diyor ikinci ses.
işkence etme, diye tekrarlıyor birinci ses. sorularınla, susmalarınla, bakışlarınla işkence etme. konuş. anlat. düşle. ama işkence etme.
bıktın mı? diyor ikinci ses. en sonunda bıktırdım mı seni? başardım mı
"gün oluyor, diye başlıyor birinci ses. bir duvarda binlerce yüz görüyorum.
hangi duvarda? diyor ikinci ses.
herhangi bir duvarda, diyor birinci ses.(biraz duraladıktan sonra:) her duvarda.
buradaki kalın taş duvarlarda mı? diyor ikinci ses.
buradaki kuru taş duvarlarda, kerpiç duvarlarda. tuğla, beton duvarlarda. bütün duvarlarda, diyor birinci ses.
burada beton duvar yok, diyor ikinci ses. kuru taş ve kerpiç duvarlarsa karla kaplı.
buradan söz eden kim? diyor birinci ses. düşümdeki duvarlardan söz ediyorum.
düşündeki duvarlardan mı? diye soruyor ikinci ses. düşünde duvar mı görüyorsun?
evet, diyor birinci ses. taş duvarlar. yıkık duvarlar. kertenkelelerin güneşlendiği, sarmaşıkların dolandığı, dibinde çocukların bilye oynadığı yaz duvarları.
evet? diyor ikinci ses, cümlenin sonunu beklediğini belirtmek için.
evet(bu sözcüğü tekrarlıyor birinci ses), evet ve her duvarda binlerce yüz görüyorum.
hepsi de insan yüzü mü? diyor ikinci ses.
birinci ses bu soruyu duymamış(gibi), devam ediyor: ve her yüzde binlerce duvar.
insan yüzlerinde mi? diyor ikinci ses.
insan yüzlerinde, diyor birinci ses.
ama burada kimseleri gördüğün yok ki, diyor ikinci ses. hemen hemen kimseleri.
ne fark eder? diyor birinci ses. düşlerim insan dolu."
"iyi mi, kötü mü, bilmiyorum, diyor ikinci ses. buradayız, bildiğim bu.
ama bundan da kurtulmak gerek, diyor birinci ses.
kurtulacağız, diyor ikinci ses. bugüne değin nice yerlerden kurtulduk. buradan da kurtulacağız. buradan da kaçacağız. bu karlı dağ başından. buraları bize göre değil. düzlüğe ineceğiz. deniz kıyılarında dolaşacağız. tabanlarımızı yakan kumların üstünde. çırılçıplak. yaz güneşinin altında. güneyde bir yerde. sonra?
sonra oradan da kaçacağız tabii, diyor birinci ses.
nereye? diyor ikinci ses.
bugünden nasıl bilebilirim? diyor birinci ses. ama bir gün gelecek, oradan da kaçacağız.
ama bir gün duracağız. bir yerde, durgun bir suda demir atacağız, öyle değil mi? diyor ikinci ses.
evet, diyor birinci ses. bir gün. bir yerde. çukurumuzu kazmak ve içine girmek için."
"kötü fallar umurumda değil benim. serçenin ölmesinde bile bildiği vardır kaderin. şimdi olacak bir şey yarına kalmaz, yarına kalacaksa, bugün olmaz. bütün mesele hazır olmakta."