Bugün kadim Bizans topraklarına, altında nice imparatorların, nice sultanların yattığı İstanbul şehrine bir kahraman daha gömülecek.
Kıyametten bir alamet! Cenaze geliyor. Görmem ne mümkün. Telaşa lüzum yok, cenaze göklerde. Onu herkes görüyor. Kubbeler gibi, minareler gibi göklerde. Onu herkes görüyor.
Bu cenaze nereden geldi? Ta Teşvikiye’den
"bir güvercin ağıdır atılır kubbelerden salkım saçak
ah ne kadar eskimiş müslümanları kur'an-ı kerim'in
dolu yankılanmalarla uzanır batıdan doğuya minareler
istanbul'da işçi partisi bir kere daha basılır.."
Camilerinin kurşun kubbelerinde fethih ordularının miğferleri duran İstanbul! Bir devrin bir ufka yuvarladığı bir dağ: Süleymaniye Camii! Altında bir millet ayağa kalkıyor gibi duran kubbe! Süleymaniye'nin bu kubbesi ufuktan sökülmelidir ki İstanbul ne kel ne uyuz bir topraktır anlaşılsın... Sonra bu minareler: Gökyüzünü madalyon bir ayna parçası gibi tutan, birer kız kadar narin minareler! Bunların ucuna her fetih bayrağından takılan bir hilâl! İstanbul, Süleymaniye yapıldığı gün bizim oldu!
"Yeni din ezanları" adlı şiirde bir makine tanrının tasviri, heyecanlı bir tapıcısı tarafından şöyle yapılır:
Motorların şarkısı olsun yeni bestemiz,
Yeni din ezanları minareler yerine
Bulutları püskürten bacalardan okunsun.
Ceddimiz nasıl önce tapardıysa ateşe,
Öyle Cumhuriyetle doldurduk kalbimizi.
(Yaşar Nabi)