Uyuşamayız, yollarımız ayrı;
Sen ciğercinin kedisi, ben sokak kedisi; Senin yiyeceğin, kalaylı kapta;
Benimki aslan ağzında;
Sen aşk rüyası görürsün, ben kemik.
Siz sanıyorsunuz ki bu tımarhanedeki herkes deli. Tımarhane... Yani sizin dilinizde insanların tımar edildiği yer, mikroplar gibi. Sanıyorsunuz ki siz akıllısınız. Buradakiler deli, değil mi? Yanlış efendim. Tımarhane dediğiniz yer, dışarıdakiler kendilerini akıllı sansın diye içeri tıkılmış insanlarla dolu olan yerdir. Gerçek bilgelik deliliktir. Kendini bilge sanmak, gerçek deliliktir. Kafanız mı karıştı? Olur öyle. Hanımefendi, şu beyaz gömleği alabilir miyim? Şu karşımdaki şahsa lazım oldu da. Nedir, yakıştıramadınız mı? E normal. Her zaman üzerimize yakışanı giymiyoruz tabii.
Gidince anladım aşkın yalanmış
Bu yalan kalbimi yaktı sevgilim
Bir tahta masada adımız kalmış
Görünce gözyaşım aktı sevgilim
Katlanırdım bil ki en derin yasa
Kolunda yabancı biri olmasa
Ayağı kırılmış o tahta masa
Senden çok vefalı çıktı sevgilim
O masa binlerce anılar saklar
O masa özlemle hep hızı arar
Sensiz gidemedim geçti haftalar
Artık masamız boş kaldı sevgilim
ama hassas tabiatları gereği şunu da unutma: Eğer masalları yüksek sesle okuyacaksan (ki bunu tüm kalbimle öneririm) dinleyicilerinin tuhaf olduğundan emin ol.
Genel anlamda her şeyi denedim, insanı dünyanın diğer ucuna götüren şen yolları da. Genel anlamda her şeyi beğendim. Aynı yerde uzun kalamayanlar, tıpkı benim yaptığım gibi, ölene kadar dünyayı keşfetsinler.