Şimdi artık biliyorum ki, bütün yaşantımız içinde ancak bir/kaç kişiye böyle bir hak tanırız. Onu şımartır, yüz verir, alttan alır ve hatta ona teslim bile oluruz. O da bunu zaten taa en başından bilmektedir. Eğer çok şanslı değilseniz, karşınızdaki şımarır, ipin ucunu kaçırır. Bin pişman olur, incinir, düşkırıklıklarıyla yaralanır ve acı çekersiniz sonunda. Bazen, çok ender de olsa şanslısınızdır ve bir mucize yaşarsınız. Çünkü, karşınıza dilinize akraba biri çıkmıştır. (tanrım mucizeleri ne çok seviyoruz böyle!) O sırada kaç yaşında olduğunuzun kesinlikle kihiç önemi yoktur. (hayır yoktur!) Ve ben şanslıydım!
Dağıtmaya çalıştığım tarafım, dipte bir yerlerde, sislerin arasına gizlenmiş bir
deniz feneri gibi uzak ve basur gibi sinsice, sessiz sedasız çakıp dönüyordu.
çünkü bilir misiniz en ağırıdır bu insani duyguların; insanın kendine acıması. Başka birine, bir hayvana bir çiçeğe acımak ne kolay ve ne rahatlatıcı bir duygudur. Bir nevi katharsis sağlar, bunun başına bu geldi, ben ona üzülüp acıyayım ki benim başıma gelmesin, demenin kir hâlidir, bir tezahürüdür başkasına acımak. Oysa ben bu duyguyu çoktan geçtim, artık bizzat kendim bir acıma nesnesiyim çevremdekilerin nazarında... Bir ibret vesikasıyım görmeler yürek ister.