Okuduğum ikinci Hasan Ali Toptaş kitabıydı. Büyülendim... Her şeyden önce kapak Ahlat Ağacı filminden, ismi muazzam bir şiirden ve türküden geliyor. Daha kitaba başlamadan güzel olduğu anlaşılıyor.
Kitaptan alabileceğiniz tadı azaltma ihtimali olan cümleler olabilir(spoiler)!!!
Dile gelen eşyalar,kırlangıçlar, gölgeler...Hayaller ve gerçekler arasında gidip gelen cümleler... Gerçeklik dediğim de surata tokat gibi çarpan gerçeklik.Toplumsal gerçeklik.Konu o kadar güzel kurgulanmıştı, o kadar güzel işlenmişti ki boğazımda bir yumruyla, gözlerimde her an akmayı bekleyen gözyaşlarımla okudum.
Kitabın en başındaki taş metaforu kitabın sonuna kadar devam ediyor. Taşlaşan kalplere, insanların acımasızlığına,vurdumduymazlığına, vicdansızlığına şahit oluyoruz.
Güldiyar'a ne olduğunu yazar bize açıkça anlatmasa da ortada bir acı var ve bu acıdan yararlanmak isteyen, karanlık ve büyük çarklar döndüren insanlar çevresini sarıyor.Muzaffer(Güldiyar'ın babası) kör bir kuyuda merdivensiz kalıyor. Bu kızın ve babasının halini insanlar ellerinde sigara,ellerinde çekirdek,ellerinde tespihle izliyorlar ve hatta onlara gülüyorlar. Aralarında 1-2 haline acıyan da çıkıyor tabi ama diğerlerinin seslerinin yanında onlar duyulmuyor bile.Çark onları öğütüyor,kötülük kazanıyor...
Kısacası kitap beni çok etkiledi. Gözünüz kapalı alıp okuyabilirsiniz.