Türk milletini içinden yıkmak isteyenler onun önce dilini ve arkasından dinini devirmek zorundalar. Onun tarihteki en büyük zaferlerini, bu iki asil kaynağa bağlı oluşla kazandığını da onlar çok iyi bilirler.
Yıkmak isteyişlerinin asıl sebebi, esasen budur.
Öztürkçecilik, arı Türkçecilik gibi sloganlardan bir kızıl perde hesabına istifade ediliyordu. Bu perdenin arkasında önce milletimizin dilini, sonra dinini yıkmak isteyen menfur emel gizleniyordu.
Dilleri yıkmak... Meselâ bizde yalnız Türkçeleşmiş sözleri değil, bizzat Türkçe sözleri de değiştirip, kelime diye, zevksiz, âhenksiz ve mâzîsiz birtakım sevilmez, anlaşılmaz 'sözcükler' icat etmek...
Böylelikle, birbirleriyle anlaşmaları yâhut belirli sloganlardan başka bir şey anlamaları imkânsız hâle gelen tâze kalabalıkları, birer sürü hâline getirmeye çalışmak.. ve sonra, bir değnekle, istenilen yola götürmek...
1984' deki tehlikeye, yeryüzünde, her dilden çok Türk dili mi sürüklenmiştir? Bu suale Türkiye'de olan bitenleri iyi gören her insan, en doğru cevabı verebilir.
Yunus Emre Türkçesi, günümüzde her kelimeyi yanlış kullanmaya alışmışların bilerek veya bilmeyerek söyledikleri gibi öztürkçe değildir. Bu dil ortak İslam medeniyeti içinde öteden beri gelişmeye başlamış, yine ortak medeniyet dillerinden Türkçeleştirilmiş kelimelerle zengin bir İslami Türk dilidir. Nasıl ki bugünkü batı medeniyeti milletlerinin dillerinde eski Yunan ve Latin veya birbirlerinden alınıp millileştirilmiş yığın yığın kelime varsa, dünkü İslam medeniyeti milletlerinin dillerinde de başka dillerden alınma birçok kelime vardır.
İnsanlar vardır ki dünyaları, böyle hep kelimelerle örülmüştür. Onlar, kelimelerle duyar, kelimelerle düşünür; kelimeleri birer mücevher dizisi gibi, her kıymetin üstünde hissederler.