Yüzümüzde bir sürü küçük kas dip dibe bulunuyordu ve bu kasların muazzam dansı yüzümüzde çeşitli duyguları ifade edebiliyordu. Bu tespit adamın resimden çıkardığı güzel olan farkındalıktı.
İkinci farkındalık ise daha önemli bir
gerçeği gösteriyordu. Sonuçta bu muazzam kas tabakası insanlarda neredeyse aynıdı. Bu durumda âşık olduğumuz, onun
için hayatımızdan vazgeçebileceğimiz yüzler, bu kas tabakasının üzerindeki yaklaşık yarım milimetre bile olmayan ince bir deri tabakasından mı ibaretti? Bir insana o olağanüstü güzelliği veren bu kadar ince bir şey miydi gerçekten? Aslnda kaslarınızın üzerine taktığimız maskelerden başka bir sey değildik. Kimimizin maskesi güzeldi, kimisinin maskesi ise çirkin.
Öncellikle bu tarz kitapları okuyacak okur kitlesi en azından belli bir tarih, coğrafya ve batı ile doğu toplumları sosyolojik yaklaşımlarından bilgi birikimine sahip olmalı ve bu tek taraflı kanalize olmamalı ayrıca objektif düşünebilmeli.
İnceleme yapmamayı düşündüm sonuçta profosyonel bir eleştirmen değilim fakat incelemeler ve diğer yorumlarda
Bu kitap üç ana bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde iktidar/velâyet-i âmme ve meşruiyet kavramlarının mahiyeti ele alınmış, iktidarın meşruiyeti akit teorisi çerçevesinde incelenmiştir. Meşru bir iktidarın kurulması için gerekli şartlar; biat akdi, akdin tarafları ve konusu bağlamında fıkıh ve kelâm âlimlerinin görüşleri çerçevesinde
"İnsanlar ne der" endişesi içinde olmak, en iyi ve zeki insanları bile kendine özgü hiçbir özelliği olmayan, ipleri başkasının eline bırakılmış, güzel ama mekanik kuklalar haline getiriyor.
Gazi Mustafa Kemal, Büyük Taarruz'u şu veciz sözlerle tanımlıyordu: "Her safhasıyla düşünülmüş, hazırlanmış, idare edilmiş ve zaferle neticelendirilmiş olan bu harekât, Türk ordusunun, Türk subaylar ve komuta heyetinin yüksek kudret ve kahramanlığını tarihte bir daha tespit eden muazzam bir eserdir. Bu eser, Türk milletinin hürriyet ve bağımsızlık fikrinin ölümsüz abidesidir. Bu eseri vücuda getiren bir milletin evladı, bir ordunun başkomutanı olduğumdan ilelebet mesut ve bahtiyarım."
Samanyolu sarmal bir yapıya sahiptir. Kabaca 100.000 ışık yılı çağında, 1000 ışık yılı kalınlığındadır. 100 milyar ila 400 milyar yıldız içeriyor. Güneş Sistemimiz merkezden yaklaşık 26.000 ışık yılı uzaklıktaki Avcı Sapağı’nda bulunuyor.
Antik Yunan gözlemcileri Samanyolu’nun soluk kuşağını Tanrıça Hera’nın döktüğü bir süt akıntısı olarak hayal
Erkekler ve kadınlar birbirlerinden-dir. Kadın İslâm örfünde bir insandır. Onun yeryüzündeki varlığı, insanî bir var oluştur. İslâm her ne kadar kavvamiyet (aile reisliği ve sorumluluğu), şahitlik ve miras gibi belirli bazı yerlerde kadın ile erkek arasında eşitlik sağlamamış ise de bu kesinlikle insanî anlamda bir ayrımcılık değildir. Hakikat ancak her iki ayrı cinsin (erkek ve dişinin) birlikte aynı asıldan meydana geldikleridir: "Sizi tek bir candan yaratan ve ondan da eşini yaratan..."
Bununla birlikte miladi 17. asra kadar Avrupa'nın kadın hakkındaki düşüncesi şu idi: Kadının acaba ruhu var mıdır yoksa o, ruhsuz mudur? Eğer kadının ruhu varsa bu bir insanî ruh mudur yoksa hayvanî bir ruh mudur? Eğer onun insanî bir ruhu varsa bu ruh, erkeğin ruhunun mertebesinde midir yoksa daha alt bir mertebede midir?
Bu din ise bundan tam on asır önce yedi semanın üzerinden şu pek müthiş ve muazzam gerçeği tespit etmişti: "Kiminiz kiminizdensiniz."