Muhammed Taki Osmani, Muhammed Şefi'den Eşref Ali et-Tehånevi'nin şöyle dediğini nakletti: "Kamil insan olmak çok zordur. Ben böyle bir insan olamadım; ama Allah bana öyle kamil insanlar gösterdi ki şimdi kalkıp da hiç kimse "Ben kamil bir insanım" diyerek beni kandıramaz. Müfti Muhammed Şefî', Eşref Ali et-Tehånevî'nin bu sözü ("Ben böyle bir insan olamadım" sözünü) tevazu dolayısıyla söylediğini belirtmiştir. Bu insanlara bakarak kamil bir insanın nasıl olması gerektiğini anlıyoruz. Müfti Muhammed Şefi derdi ki: "Ben çok fazla bir kitap okumadım; ama Şeyh Reşîd Ahmed Gangohi, Şeyhü'l-Hind, Eşref Ali et-Tehånevi gibi Allah'ın veli kullarını gördüm." Bu şu demek: "Uzun süre onlarla birlikte bulundum. Bu durum belli bir mizacın oluşmasını sağladı. Onların hayranlık uyandırıcı hâl ve hareketlerini gördükten sonra gönül başkalarını görüp onlara meyletmez. Kitaplardan zahiri bilgileri öğrenirsiniz. Bu bilgilerle nasıl amel edip onları hayatınıza nasıl taşıyacağınızı ise bu zátlar size öğretir."
Muhammed Taki Osmani. Inamu'l-Bari adlı eserinde şöyle dedi: "Muhterem babam Müfti Muhammed Şefi şöyle derdi: "Kabul edilebilir veya hoş karşılanabilir bir şeyi tenkit etmek başlı başına kınanmayı gerektiren bir durumdur. Böyle bir şey yapmak kesinlikle doğru değil. Mükellefin yapıp yapmamakta şer'an serbest bırakıldığı fiilleri kim hangi hakla haram kılabilir? Esasında bunlar şeriatın maksadını anlamaya dayanmaktadır. Buna "tefakkuh-u din" denir: İyi anlamak, din ve Kur'ân konularında bilgi sahibi olmak. Şeriatın maksadının anlaşılması yalnızca dini metinleri okuyarak olmaz. Bir şeyi iyi bilme ve anlama melekesini edinmiş kimselerle beraber olmak gerekir. Ancak bu şekilde kişi dini meseleler noktasında nerede ne şekilde durması gerektiğini bilir."
Reklam
Cüneyd Cemşid anlatıyor: Sahåbe, ulemá ve sålih zatlar Allah'ı tanıdılar. Onların kalplerinde Allah'a karşı hem derin bir sevgi hem de korku vardı. Çok şey yaptılar: ancak kendilerini daima bir hiç olarak gördüler. Allah dostlarında benim gördüğum şey buydu. Kendimi onlara yakın hissetmemi sağlayan şeydi bunlar. Şarkıcılık yaptığım
Pakistan egemen. devlet olarak kurulduğu zaman iki özelliği vardı. Karaçi, Pakistan'ın başkentiydi ve milyonlarca Müslüman yaşıyordu: fakat bu devasa nüfusun dini ihtiyaç ve taleplerini karşılayacak herhangi bir kurum yoktu. Dolayısıyla böyle bir kurumun açılması şarttı. Bu sebepten dolayı, Pakistan Baş Müftüsü Hazre- Mevlana Muhammed Şefi
Muhammed Taki Osmani'nin İslami ilimlere olan vukufiyetinde babası Muhammed Şefim etkisi büyüktür. Babasının vefatından sonra kaleme aldığı makalede Muhammed Taki Osmáni şu ifadeleri kullanmıştır: "Bu musibet beni sadece babamın himayesinden mahrum etmedi, eğer bu musibet sadece bir evladın babasından ayrılması şeklinde olsaydı daha kolay olur, üzüntüm bu derece büyük olmazdı. Çünkü biliyorum ki, bu dünyada hiçbir babanın himayesi sonsuza dek evladı üzerin de devam etmez. Tabi yetimliği tatmamış çok az kişi bu mutluluğun farkında Ben sadece babanın himayesinden mahrum kalmadım, birçok şeyi kaybettim. babamı, hocamı, mürebbimi, mürşidimi ve dostumu kavbettim. Muhammed Taki Osmáni'nin bazı derslerde de şöyle dediği nakledilir: "Ben emsali olamayan bir fakihle (Müfti Muhammed Şefi) gece gündüz otuz yıl boyunca yaşadım."
Emin el-Hüseyni
Yüz­ yılın dönümünde asilzade el-Hüseyni ailesinin çocuğu ola­rak dünyaya gelen Emin, kısa bir süre el-Ehzer'de ve Reşid Rıza'nın mektebinde okuduktan sonra, 1. Dünya Savaşında Osmanlı ordusunda subaylık yaptı. 16 Manda yönetimindeki Filistin'de, en önemlisi öteden beri Hüseynilerle çekişen nü­fuzlu Neşeşebi aşireti olmak üzere birçok düşmanı olmasına rağmen, El-Hüseyni hızla yükseldi. 1921'de İngiliz yetkililer onu Kudüs müftüsü olarak atayıp yeni icat edilen "büyük müftü" (el-müfti el-ekber) unvanı verdi; bir yıl sonra Yüksek İslam Şurası reisi ve Filistin'de Genel Vakıf Komitesi baş­kanı olarak atadı -İngilizler, ateşli bir yahudi düşmanı olan el-Hüseyni'nin kısa sürede İngiliz yönetimine ve Filistin'e yahudi göçüne muhalefetin baş savunucusu olacağını bek­lemiyorlardı. 1937 sonbaharında müftü Lübnan'a kaçmak zorunda kaldı; oradan Irak'a ve Irak'ta Mihver yanlısı darbe­nin başarısızlığından sonra Tahran'a geçti. 1941 sonbaharın­da Müttefikler İran'a saldırınca, Türkiye üzerinden İtalya'ya kaçtı. 6 Kasım 1941'de bir Alman uçağı onu Berlin'e getir­di.
Sayfa 86 - ALFA | TARİHKitabı okudu
Reklam
134 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.