Yüce atalarınızın mübarek zamanlarında bilginler arasında yürürlükte olan kanun ve usul budur ki, bilginlerin en bilgilisi, en faziletlisi, en dindarı, din emirlerine en fazla uyanı, en yaşlısı Şeyhülislam ve müfti-i enam olurdu. Ondan aşağı Rumeli ve Anadolu kazaskerleri.. Bu tertip üzere istihkaklarına göre riayet olunurdu. Bir kere fetva makamına geçtikten sonra artuk azlolunmazdı. Çünkü fetva makamı, aziz, şerefli ve ilmiye mansıplarının seçmesidir. Onun itibarı başkasına benzermez.
İlim ve Sanat Öğrenme Hürriyeti
İnsanların ilim ve sanat öğrenmeleri bir haktır. Nitekim Kur'an-ı kerîm ve Hazret-i Peygamber, ilim ve sanat sahiplerini över. İslâmiyet, hükümdara, her şehirde insanların bilemediklerini soracakları bir âlim bulundurma vazifesini yüklemiştir. Bu sebeple İslâm tarihinde, bu arada Osmanlılarda da, her şehirde müfti denilen bir âlim (müşavir), halkın dinî ve hukukî suallerine cevap vermek üzere vazifelendirilmiş; bunun maaşı hazîneden ödenmiştir. Çocuğu terbiye etmek (eğitmek), ailesinin hakkıdır. Devletin ferdleri terbiye etme (eğitme) vazifesi ve hakkı yoktur. Bu, ancak totaliter devletlerde bahis mevzuudur. Bunun için Osmanlı Devleti'nde mekteplerin bağlı olduğu müessesenin adı milli eğitim değil, maarif (öğretim) nezareti idi. İslâm devletinde herkes tahsil imkânlarını kendisi hâsıl etmekte hürdür. Devlet, bu hususta yardımcı olabilir; ancak ferdî teşebbüsü men edemez. Bu sebeple Osmanlılarda klasik devirde devlet eliyle kurulan maarif müessesesine rastlanmaz. Medreseleri ferdler vakıf yoluyla kurup işletirdi. Binâları kendisi yapar, hocaları kendisi bulur, talebeyi kendisi seçer ve müfredatı kendisi tesbit ederdi. Devlet de bunları desteklerdi. Bugün İngiltere'de de buna benzer bir sistem câridir. Kanun-i Esâsi'nin 15. maddesi Osmanlı vatandaşlarının umumî ve hususî tedrisatta serbest olduğu; 16. maddesi de mekteplerin devlet nezâretinde olduğu; ancak bunun çeşitli milletlerin dinî tedrisatına halel veremeyeceği esasını hükme bağlamıştır.
Reklam
Muhammed Taki Osmání şöyle dedi: "İslâmi ilimler tahsilimi henüz yeni bitirdiğim gunlerdi. Muhterem babam Müfti Muhammed Şefi (Allah ona rahmet etsin) ile beraber arabaydık. Trafik ışıklarında beklerken bir dilenci babamın olduğu tarafa doğru yöneldi. Dilencilerin trafik ışıklarında bekleyen arabalara yaklaşıp para dilenmeleri Pakistan'da yaygın bir şeydi. Muhterem babam cebinden bir miktar bozuk para çıkardı ve dilenciye verdi. Yaptığının doğru olmadığını düşünüyordum. Kendisine itiraz ederek: "Babacığım! Dilenciye neden para verdin ki? Onlar herkesten para dileniyor ve bunu adeta meslek haline getirmişler. Verdiğin parayı hak etmiyorlar!" dedim. Bu sözlerim üzerine babam gülümseyerek bana baktı ve şöyle dedi: "Taki! Eğer Allah Teala bir şey bahsetmeden önce bizim onu hak edip etmediğimize bakacak olsaydı, herhangi bir nimete lâyık olabilir miydik?"
Sayfa 201Kitabı okudu
Muhammed Taki Osmani şöyle dedi: "Müsaadenizle size babam Mevlâna Müfti Muhammed Şefi ile alakalı bir şey anlatayım. Kendisi bunu halka açık bir mecliste değil de evimizdeyken anlatmıştı. Dedi ki: 'Ne zaman bir yerden geçerken vaaz eden bir vaiz duysam, çok fazla zamanım olmasa bile en azından kısa bir süre de olsa vaazını dinlemek için oturup kulak veririm. İsterim ki vaazdan istifade edeyim. Allah Teala'nın vaizin kalbine ve diline istifade edebileceğim ve beni amel etmeye sevk edecek bir şeyler koymasını ümit ederim. Babam ki Pakistan Baş Müftisi idi. Derya misali ilmi ve sahip olduğu derin anlayışıyla (tefakkuh) dünya çapında tanınıyor ve dünyanın dört bir tarafından insanlar kendilerine rehberlik etmesi için ona geliyorlardı. Böyle olmasına rağmen faydalı bir şeyler söyler düşüncesiyle belki ilmî anlamda talebesi düzeyinde dahi olmayan sıradan bir vaizi bile dinlemekten çekinmezdi.
Sayfa 161Kitabı okudu
Muhammed Taki Osmanî şöyle dedi: "Babam Müfti Muhammed Şefi dedi ki: 'İlim talebesi bir ilmi merkeze kayıtlı olan değil, yürürken, otururken, bir şeyler yerken zihni daima ilmi meselelerle meşgul olan kimsedir. Maalesef bugün bizler sahip olduğumuz ilmi seviyeyi yeterli görüyoruz. Birkaç kitap ve şerh ile yetiniyoruz; ama mal mülk ve dünya gibi Allah'ın [bunlara bağlanma noktasında) bizden uzak durmamızı istediği şeylere karşı hep bir aç gözlülük söz konusu
Sayfa 150Kitabı okudu
Muhammed Taki Osmani şöyle dedi: "Örnek almamız gereken bir diğer isim de Fetávâ-yı Azizi isimli 10 ciltlik eserin sahibi olan Müfti Azizürrahman (1892- 1927) Hazretleridir. Ruhunu teslim ettiği anda elinde göğsünün üzerine düşen bir fetva vardı. Beşikten mezara kadar ilim tahsilinde bulunmak işte budur. Böyle bir iştiyak duymadıkça. ilmin değerini ve kıymetini bilemeyiz. Ne yazık ki bugün herkes kendini alim olarak adlandırıyor. Dilimizden; 'Ben âlimim' şeklinde laflar dökülüyor. Alimlik iddiasında bulunmadan önce şu hadise üzerine azıcık olsun düşünelim: Täbiin'in büyük imamlarından Hasan-ı Basri bir gün yolda yürürken yanından geçen biti, "Ey fakih!" dedi. Hasan-ı Basri döndü ve şöyle dedi: "Daha önce hiçbir fakih gördün mü ki bana fakih diyorsun?? Bu hadise İslâm'ın altın çağında vuku bulmuştu: ancak bugun bizler kendimizi ulemådan addediyoruz
Sayfa 147Kitabı okudu
Reklam
Muhammed Taki Osmani şöyle dedi: "Muhterem babam Müfti Muhammed Şefi Hazretleri şöyle dedi: "İlme değer vermenin iki yolu vardır: İlim talibi olmak ve ilmi sadece bilmekten ibaret görmemek. İlim talibi olmak için gereken ilk şey ise ilme karşı bitmek tükenmek bilmez bir iştiyak duymaktır
Sayfa 146Kitabı okudu
Ey Şahidê Qudsî • Melayê Cizirî
Ey şahidê qudsî veke bendê ji niqabê Ta çend-i we sergeşte bimînin di hicabê Biskên ji herîrê tu ji nû mawerê lê ke Zulfên ji `ebîrê şe ke bavê xem û tabê Qiştên di xwe çîn çîn bide ber misk û zubadê Tayên di `işabê bireşînin bi gulabê
Muhammed Taki Osmani, Muhammed Şefi'den Eşref Ali et-Tehånevi'nin şöyle dediğini nakletti: "Kamil insan olmak çok zordur. Ben böyle bir insan olamadım; ama Allah bana öyle kamil insanlar gösterdi ki şimdi kalkıp da hiç kimse "Ben kamil bir insanım" diyerek beni kandıramaz. Müfti Muhammed Şefî', Eşref Ali et-Tehånevî'nin bu sözü ("Ben böyle bir insan olamadım" sözünü) tevazu dolayısıyla söylediğini belirtmiştir. Bu insanlara bakarak kamil bir insanın nasıl olması gerektiğini anlıyoruz. Müfti Muhammed Şefi derdi ki: "Ben çok fazla bir kitap okumadım; ama Şeyh Reşîd Ahmed Gangohi, Şeyhü'l-Hind, Eşref Ali et-Tehånevi gibi Allah'ın veli kullarını gördüm." Bu şu demek: "Uzun süre onlarla birlikte bulundum. Bu durum belli bir mizacın oluşmasını sağladı. Onların hayranlık uyandırıcı hâl ve hareketlerini gördükten sonra gönül başkalarını görüp onlara meyletmez. Kitaplardan zahiri bilgileri öğrenirsiniz. Bu bilgilerle nasıl amel edip onları hayatınıza nasıl taşıyacağınızı ise bu zátlar size öğretir."
Muhammed Taki Osmani. Inamu'l-Bari adlı eserinde şöyle dedi: "Muhterem babam Müfti Muhammed Şefi şöyle derdi: "Kabul edilebilir veya hoş karşılanabilir bir şeyi tenkit etmek başlı başına kınanmayı gerektiren bir durumdur. Böyle bir şey yapmak kesinlikle doğru değil. Mükellefin yapıp yapmamakta şer'an serbest bırakıldığı fiilleri kim hangi hakla haram kılabilir? Esasında bunlar şeriatın maksadını anlamaya dayanmaktadır. Buna "tefakkuh-u din" denir: İyi anlamak, din ve Kur'ân konularında bilgi sahibi olmak. Şeriatın maksadının anlaşılması yalnızca dini metinleri okuyarak olmaz. Bir şeyi iyi bilme ve anlama melekesini edinmiş kimselerle beraber olmak gerekir. Ancak bu şekilde kişi dini meseleler noktasında nerede ne şekilde durması gerektiğini bilir."
132 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.