Muhammed Emin Sarıoğlu

Muhammed Emin Sarıoğlu
@muhammed_srg
Önce Zihinlerin Özgürlüğü. Mümin'in maksadı, herkesin yaptığı işi Allah’ın boyasıyla yapmaktır.
Sünni kitleleri temsil eden karizmatik ve tesirli şahsiyetlerin ortadan kaldırılması siyaseti, yakın tarihte yalnızca Lübnan'da uygulanmadı. Suriye'de, Irak'ta ve Yemen'de de, aynı şekilde toplumları peşlerinden sürükleyebilecek bütün isimler, itinayla yok edildi veya çeşitli yöntemlerle devre dışı bırakıldı, etkisizleştirildi. Bugün İran'ın çok ciddi nüfuz kazandığı tüm bu ülkelerde, bir yandan kitlesel Şiileştirme politikalarına hız verilirken, diğer yandan Sünni kesimlerin bu Şiileştirme akınına karşı toplumları yönlendirebilecek, kayda değer bir temsil mercii bulunmuyor. Şilliğin yayılmasını dış politikasının merkezine yerleştiren Iran ulus-devlet aklı, "vahdet"i vurguladığı ve İsrail düşman- lığını bayraklaştırdığı hamasi söylemleriyle İslâm dünya- sında kendisine taraftar bulurken, Ortadoğu'da güçlü Sünni Müslüman ülkeler ve siyasî aktörler de istemiyor. Bu bağlamda esas "tehlikeli" görülen ülke, Türkiye. Yakın dostluk gösterileriyle Türkiye'yi kontrol altında tutmaya çabalayan İran, Ortadoğu'daki birçok cephede açıktan Türkiye'nin karşısında konumlanmakta ise bir beis görmüyor. Son örneğine Ermenistan'da şahit olduğumuz bu politika, bizi şaşırtmamalı; aksine uyanıklığa, dikkate ve tedbire sevk etmelidir.
Reklam
Saddam örneği çerçevesinde, üzerinde kafa yoracağımız esas soru da şu: İslâm dünyası, dışarıdan müdahale ve zorlama olmaksızın, kendi içindeki yanlışları ve aksaklıkları gidermeyi ne zaman öğrenecek?
Mülteci mi Ensar mı? Çözüm
Ben şahsen Arap kültürüne gayet aşinayım ve muhabbet de duyuyorum. Ama doğduğu, büyüdüğü ve yaşadığı semtin tamamen Araplar tarafından doldurulduğunu gören, yerli esnafın ve halkın bölgeyi terk etmek durumunda kaldığına şahit olan, bu kültürel (ve ekonomik) değişimi de mahzurlu addeden insanların bu meşru endişelerini de gayet haklı buluyorum. "Ortak akıl" dediğimiz şey, tam da bu noktada lazım işte. Hem muhacirlerin yüzüstü bırakılmaması ve ihtiyaçlarının karşılanması hem de yerli halkın (Ensâr'in?) tahammül gücünün zorlanmaması adına, ortak bir çözüm gerekiyor. Sloganlara boğulmadan, bu noktaya kafa yorsak, en güzel neticenin ortaya çıkacağına şüphe yok.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Hicret'e Yeni Bir Bakış. (Güncel Mülteci Sorunu)
Hicret anlatılırken, haklı olarak, Ensâr'ın faziletleri ve fedakârlıkları sürekli gündeme getirilir. Onların elde ne varsa kardeşleriyle bölüşmesi, Siyer ve İslâm tarihi anlatımlarında öne çıkarılır. Ancak şu nokta biraz karanlıkta ve gölgede kalır sürekli: Muhacirler, bütün imkânlarını emirlerine veren Ensâr kardeşlerinin bu fedakârlıklarından çok kısa bir süre istifade etmiştir. İlk birkaç hafta veya ay, kendilerini ağırlayan evlerde misafir kalmışlar, ardından kendi hayatlarını kurma yoluna gitmişlerdir. "Seni mirasçim yapayım" diyen bir Ensâr'ın bu teklifini kabul eden tek bir muhacir yoktur. Aynı şekilde, Ensâr'ın evinde sürekli yaşamaya devam eden muhacir de yoktur. Muhacirlerden Abdurrahman bin Avf'in, sahip olduğu her şeyi kendisiyle paylaşmayı teklif eden Ensâr kardeşine söylediği söz meşhurdur: "Malın da ehlin de sana mübarek olsun. Sen bana çarşının yolunu göster!" Hicreti anlatırken, sürekli "Ensâr'ın fedakârlığı”na vurgu yapmak, aslında hakikatin bir kısmını ifade etmek olur. Muhacirler de az fedakârlık yapmamıştır. Zulümden kaçıp sığındıkları ve yeni yerleştikleri şehri tam anlamıyla benimsemiş, kendi hayatlarını tanzim etmiş, Ensâr'a yük olmama adına azami hassasiyet göstermiştir. Bu açıdan, hicret, sadece Ensâr açısından değil muhacirler açısından da bir destandır. Bir taraf kardeşlerine kucak açarken, diğer taraf da bu içtenliğin hakkını sonuna kadar vermiştir.
Çeçenistan'daki Müslümanlar Nasıl Bu Hâle Geldi?
Rus siyaset yapıcıları, bir halkı sadece siyasî ve ekonomik yönden desteklemenin tam kontrolü temine yetmeyebileceğini fark etmiş olmalılar ki, Kadirov'un ülkesinde abartılı bir “İslâmlaşma" projesi yürütmesine de onay verdiler. Adeta "Çeçenistan İslâm Cumhuriyeti" denmeye layık biçimde, devletin güdümünde ve takibinde, devletin bizzat kitlelere öncülük ettiği, bilgiye değil duyguya dayalı bir “İslâmlaşma" bu. 2000 yılındaki seçim kampanyasında İslâm'ı ülkesi için bir tehdit olarak açıklayan Putin'in, Çeçenlere yönelik olarak uygulanmasında bilhassa fayda mülahaza ettiği türden bir "İslâmlaşma".
Reklam