Her şey silikleşir zamanla ama aynı zamanda hiçbirşeyin aniden ortadan kaybolmadığı da gerçektir, kaçamak kalıntılar ve zayıf yakınlar geride, tıpkı kimselerin ziyaret etmediği müzenin bir salonunda aniden ortaya çıka lahit parçalar gibi;yıpranmış, dilsizleşmiş, yanmış yazıtlarıyla tüyler ürperten, parçalanmış kenar tabloları parçalanmış tympana gibi, neredeyse çözülmez hale gelmiş, neredeyse manasız kalakalmış, asla bir daha birleşemiycekleri için ;aydınlıktan çok karanlık, anımsamadan çok unutuşu ifade ettikleri için artık saklanmalarının saçmalık teşkil edeceği kalıntılar gibi. Ama buna karşın oradadırlar, hiç kimse ne yıkıp parçalar onları ne de sağa sola saçılmış, yüzyıllar önce kaybolmuş parçalarını devşirip topalar :küçük bir hazine ve bir batıl inanç gibi korunmuştur, sanki artık hayatta olmayan birinin bir zamanlar yaşadığına, isminin cisminin olduğuna tanıklık edercesine, onu artık göremesek de, yeniden kafamızda canlandırmak imkansiz olsa da ve bir hiç kimse olan bu insan kimsenin umrunda değilse de...
Her şey önünde sonunda soluklaşır, kimi zaman yavaş yavaş ve bizim irademizle kimi zamansa beklenmedik bir biçimde ve bizim irademize karşı gelerek, bir yandan biz onların soluklaşmamasını, çehrelerin silinip yok olmamasını dilerken, olayların ve sarf edilen sözlerin belirsiz hale gelmemesini ve tıpkı bir romanda okuduğumuz yada filmde seyrettiğimiz şeyler gibi şuncacık bir değere sahip olmadan belleğimizde yüzer gezer hale gelmemesini istediğimiz halde gerçekleşir bu.