heyecanlıydı, tutkuluydu. sevmeyi severdi. ayağını yerden kesen her şeye bayılırdı. hani güneşin sisli gökyüzünden usul usul süzüldüğü kış sabahlarına hayrandı. içinde her an taşacakmış gibi bir his olurdu. keşke derdi, yeryüzü tam da şuan ebediyen durdurulsa bir güç tarafından. kimse uyanmasa ve ben seni izlesem tanrım. sonra konu konuyu açardı zihninde. ya da kalbinde açardı bilmiyorum, ikisini hiç ayırt edemezdi zaten. en büyük zaafı da buydu. tanrım derdi, ben sana hayran olmak için yaratıldım sanırım. yoksa bu güneşin böylesine mükemmel doğması ve böylesine ihtişamlı batması tesadüf olamaz. evet işte heh işte bak, bak tanrım yüzüme nasıl da dokunuyor. adeta okşuyor yanaklarımı. bak bak işte gözlerimden öptü. sevgili tanrım bu güneş nasıl bir şey ki ona ellerimle dokunuyorum seviyorum okşuyorum. ama sevgili tanrım bir sorum var, içinden çıkamıyorum. böylesine ayan beyan, böylesine göz önünde, böylesi şiddetli zuhur eden varlığa rağmen, ben tanrım, söylemeye çok utanıyorum, ben nasıl böylesi bir karanlıkta güpegündüz öldürülüyor, köreliyor ve kahrediliyorum. özür dilerim tanrım, özür dilerim. ben senin kulunum, ben bu karanlıktan utanıyorum tanrım. karanlığımı da bağışlar mısın? bir de, çok özür dilerim; ben bazen bu karanlığı çok seviyorum…
Yani aklımızı hâlâ ilâhî bilgilerin bizi düzenlemesi gerektiği inancını hesaba katmadan kullanmak istiyoruz. Omlet yemek istiyoruz, lâkin yumurtaların kırılmasına da gönlümüz razı değil.
“Mecnun’un, Leyla’ya ulaşması mümkün kılınmışken bile, onun kendisine yardımcı olanlara değil ve fakat Leyla’ya ulaşmasına engel olanlara dua etmesi, âşık için aradaki engellerin anlamına bir atıf olmalı.”
“Âşık olmanın, bir bakıma kendinden geçmek ve kendini bir başkasına aktarmak ve başkasında yaşamak olduğunu kabul edersek, insanın kendini aşma çabasının bu suretle gerçekleştirilebileceği hususu da anlaşılabilir olur. Ve bu bağlamda âşık olmanın niçin bir istidat meselesi olabileceği hususu da açığa kavuşabilir. Kendini aşma, kendini bir başkasına vakfetme veya kendini bir başkasında yaşama ve başkasında kaybolma, başkasında helâk olma hususunda içinde yönseme duyumsamayan ve böyle şeylerin varbulunacağına dair fikri bile bulunmayan birinde âşıklık istidadının bulunmadığını da farz edebiliriz. ”
“Her neye teşebbüs etse, kendi sınırlarına mahpus kaldığını duyumsayan insan, kendi varlığını bir başkasına aktararak mı bu işin üstesinden gelebileceğini düşünüyor ve âşık oluyor?”