“İnsan kendini anlamak için felsefeyi, kendini anlatmak için edebiyatı buldu. Kendini sağlama almak için matematiği, kendini göstermek için fiziği buldu. Kendini yaşatmak için bilimi, kendini tanımlamak için coğrafyayı buldu. Ancak ne olduysa oldu ve birden hasreti bulup, kendini unuttu. Çünkü bu duyguya ne şiirler ne anlamlar ne toplamlar ne ispatlar ne şehirler ne de gerçekler yetebildi.”
Türkçede kimsesizliğin iki anlamı vardı.Tercih edilmemiş olanına piçlik deniyordu tercih edilmiş olanına ise hiçlik.Varlığımızın en büyük delili, hiçliğin denizinde yıkanıp aşka bulanışımızdı..
"Hiç sevmem kışları" derdi. Neymiş üşürmüş de kalın giymek zorunda kalırmış. "Hahh" dedim içimden. "Yazın da, kışın da mahallenin en pejmürdesi sensin..." Bunları o zamanlarda çok yakın olup da sevemediğim, şimdilerdeyse rahmetli olan canım arkadaşıma söylerken yıl 1995 aralığın 17'siydi.
Şimdiyse 2006 yazının
Çünkü hayat içinde de insanın savaşları hiç bitmiyordu. İnsana köprüyü geçene kadar ayıya dayı demesi emrediliyordu ancak insan, her köprü sonunda kendisini karşılayan yeni ayıları görüyordu.
Hayat birbirine bağlanan ve ancak ölümle kesilen köprüler bütünüydü.
"Sahi iki kişinin el ele tutuşup mutlu mesut dolaşmalarını doğal bir güzellik olarak algılayan bu insanlar, bir başına yürürken gülen birini niye yadırgarlardı? Ne yani, yalnız olmak suç muydu?"
"Sahi iki kişinin el ele tutuşup mutlu mesut dolaşmalarını doğal bir güzellik olarak algılayan bu insanlar, bir başına yürürken gülen birini niye yadırgarlardı? Ne yani, yalnız olmak suç muydu?"
"Sahi iki kişinin el ele tutuşup mutlu mesut dolaşmalarını doğal bir güzellik olarak algılayan bu insanlar, bir başına yürürken gülen birini niye yadırgarlardı? Ne yani, yalnız olmak suç muydu?"
Ölüm geliyor
Ufak içten gülen bir çocuk gibi geliyor
Umarsızca belkide
Kalleşçe geliyor
Ölüm geliyor
Gözlerime güle güle geliyor
Ölüm geliyor
Sessiz ol
Kapıları kapatsanda geliyor
Ölüm geliyor