biz buralı türk düşük bıyıklı yedi toprağa düşük allah diyen barut yalamışlı tekbir soluklu üç hilâl dökülür ellerinden uf içi kalabalık büyük allah biz buralı türk eski türk düşük bıyıklı ölmek bilir
heyeti temsiliye namınaKitabı okudu
“Alay kışla meydanında teftiş durumuna girdi. Biraz sonra beyaz ata binmiş, uzunca boylu, gür, dik bıyıklı ve keskin bakışlı kurmay kolağası geldi. Usul gereği en kıdemli tabur komutanı tekmil haberi verir. Mustafa Kemal Bey alaya yaklaşınca gür bir sesle: - Merhaba asker, dedi. O tarihlerde yoklama ve teftişlerde komutanlar askere: - Selâmün aleyküm... derler, asker de: - Aleyküm selâm... diye cevap verirdi. Alışmadığı bu tek kelimelik selâm karşısında asker biraz irkildikten sonra aynı kelime ile cevap verdi. İşte o tarihten sonradır ki orduya bu tek kelime ile selâm usulü girmiştir.”
Reklam
Bu yazı Mustafa Adak dostuma ithaf edilmiştir.
Müptela Ortalık sidik kokuyordu. Burnuyla havayı koklaya koklaya izini sürdü kokunun ve buldu. Oturduğu bankta arada bir burnuna gelen kesif sidik kokusunun kaynağı kendi pantolonuydu. Bir saat kadar önce diplerinde keskin, gözleri acıtan bir amonyak kokusu olan tarihi sur duvarına hacet giderirken duyduğu ayak seslerinden irkilmiş, hemen
O bıyıklı, kravatlı, asık yüzlü, sigara kokan, arkalarındaki Atatürk resminden utanmayan, ama ülkesine gram faydası olmayan bürokratları zorlukla ikna eder ve bir eşek alır. İki tane de sandık yaptırır. İki sandığa, kalınlıklarına göre toplam 180-200 kitap sığar. Sandıkların üstüne "Kitap İare Sandığı" yazar. Kitapları eşeğe yükler ve köy köy gezmeye başlar. Kütüphaneye de bir yazı asar: "Sadece pazartesi ve cuma günleri açıyoruz." Köydeki çocuklar şaşırır. Eşeğe bir sürü kitap yüklemiş bir amca, o gariban çocukların küçücük ellerine kitapları verir. Düşünün, Noel Baba gibi. Noel Baba yalan, Mustafa Amca ise gerçek. Geyikler yerine eşeği var. Eşek de daha gerçek, Mustafa Amca da.
Bilmezseniz Çok Şey Kaybedeceğiniz Bir Hikaye: Anadolu'nun Noel Babası Kütüphaneci Mustafa (1943) Genç Mustafa'nın tayini kütüphaneci olarak Ürgüp Tahsin Ağa Kütüphanesi'ne çıkar. Devlet memurluğu o dönemde süper bir şey, çünkü özel sektör falan yok. Bizimki kütüphanede heyecanla okurları bekler; bir gün olur, beş gün olur, gelen giden yok.
Atatürk, o zamanlar henüz Gazi Mustafa Kemal Paşa'dır, bir gün Çankaya yakınlarında gezindiği sırada bir köylü kulübesi görür. Yaverine: - Acaba içeride kimse var mıdır? Bir kahve içebilir miyiz, der. İhtiyar bir adamcağız kapıyı açar. Tanrı misafirlerine baş sediri gösterir. Biraz hoşbeşten sonra Atatürk: Ne yaparsın, ne ile geçinirsin? Kimin kimsen var mıdır, diye sorar. - Bir iki tarlamız var. Bu bağ da bizim. Çoluk çocuk ge­çinip gidiyoruz. Allah başımızdan Gazi Paşa'yı eksik etmesin de... - Gazi Paşa'yı tanır mısın sen? - Nasıl tanımam? Pehlivan gibi boylu boslu (kulübenin tavanını göstererek) maşallah hani buraya sığmaz... Sakalı da göğsüne kadar... Kıvır kıvır yiğit bıyıklı... Atatürk yaverine eğilerek usulca: "- Sakın düzeltmeye kalkma... İhtiyarın hayalini bozmayalım" demiş. Köylüyü bir masal devini andıran kendi Gazi'si ile bırakıp çıkmışlar.
Reklam
143 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.