Mustafa Salih Hazirlar

Mustafa Salih Hazirlar
@mustafasalih
İlahiyat Fakültesi
Kilis
37 okur puanı
Şubat 2023 tarihinde katıldı
Şöyle tasavvur et ki, kâinat bir denizdir, biz insanlar ise meçhul bir semte doğru yol almış giden "hayat gemisi"nin yolcularıyız. Dalgaların çırpıntısı ile sallanan geminin içinde biz de sallanmaktayız. Bununla beraber kimimiz kazan ağzında ocaklara kömür atıyor, kimimiz güvertede elleri arkasında gezinip bakınıyor, kimimiz de kaptan köprüsünde önünde pusula, dümen tutuyor... Ne demek istediğimi tabıî anlıyorsun. Hepimiz, etrafımızdaki herşeyle beraber, gemimizin sallantısına uyarak eğilip ırgalanıyoruz. Fakat, aynı zamanda ayrıca kendimize mahsus hareketler de yapıyoruz. Ve hissediyoruz ki, eğilip ırgalanma şeklindeki birinci nevi hareketler "bizim" değildir. Bunlar tabiat faktörlerinin eseridir. İkinciler ise, "bizim"dir. Bunların yapıcısı ve sahibi bizizdir. Gerçi iyi düşünürsek, berikiler de, birinci nevi hareketler gibi, "yaratıcı kudret"in var edici görünmez eliyle vukua gelmektedir (olmaktadır). O sonsuz denizi çalkalayıp gemimizi sallayan kudretle, güvertede bizi gezdirip etrafa bakındıran, kâh güldürüp, kâh ağlatan, hülâsa bizi var edip hayat sahnesine gönderen kudret -adına ister Tanrı de, ister Dieu(fr. Allah)- hep aynı bir kudrettir. Şu fark ile ki, bu ezelî ve nâmütenâhî (sonsuz) kudret, "bizim" dediğimiz hareketlerde doğrudan doğruya değil de, bizim benliğimiz vasıtasıyla müessir (etki eden) olmakta; eserle müessir (eser sahibi) arasına, sanki üçüncü bir varlık olarak, "biz" girmekteyiz. O ebedi ve aynı olan kudret bizi hareketlerimizde ve yaptığımız işlerde serbest bırakmaktadır. O kudret nedir? Onu sorma.
Reklam
İnsan zekâsı ve bilgisiyle değil, ancak iradesi ile insandır. Zekâ ve bilgi az çok hayvanda da vardır. Fakat, hususiyle, ahlâkî mânâda irâde canlı uzviyetler zincirinin son halkasını teşkil eden insana mahsus bir kudret ve imtiyazdır. İrâde yalnız insanı hayvandan değil, hem de insanları birbirinden ayıran ve aralarında üstünlük ve aşağılık farkları yaratan yegâne rûhî kuvvettir.
Gönül ister ki, mekteplerimiz, ilkinden yüksek tahsilin sonuna kadar, derece derece gençlere öğrenme ve yetişme yolunda emniyetle yürümenin usûlünü öğretsin; çalışıp muvaffak olmanın sırrını göstersin. Mektep bilgi imal eden (üreten) bir fabrika hâlinde çalışmasın ve gençlerin yalnız zekâları üzerinde kalmasın, irâdeleri üzerinde de dursun ve onların rûhî terbiyelerini yapsın, çünkü insanın kıymet ve kuvveti, bilgısının genişliğinde olmaktan çok, benliğine sahip ve irâdesine hâkim olabilmesinde; iyi huylarında ve ruhi terbiyesindedir. İrâde ve ruh terbiyesi ise, ayrı bir iştir. Bu, ders ve kitap okuyup ezberlemekle elde edilmez. Bununla beraber, herkes biliyor ki, haddini aşkın sınıf mevcûdu ile dolup taşan mekteplerimizin hiç meşgul olmadığı işlerden biri budur.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Düşun ki, zanaate giren bir çocuk bir usta yanında ve onun daima gözü altında çalışır. Öğrenmiş ve yetişmiş bir adamın nasıl çalışıp iş görduğünü, el mahâretiyle (becerisiyle) kol kuvvetinin zekâ ve irâde emrinde nasıl birleşip iş başardığını gözleri ile görür. İş çıkarmanın ve verimli çalışıp muvaffak olmanın (başarmanın) zevkini tadar. Ustasından çalışmanın usûlünu ve güçlükleri yenmenın kolaylığını öğrenir. Hatta genç yaşının îcâbı olarak, geçırdiği rühî buhran anlarında ustayı daima yanı başında, mânevî bir kuvvet ve destek olarak bulur. Fikrî çalışma çırakları ise, bu faydalardan ve böyle bir mânevi destekten mahrumdur (yoksundur). Bunlar, zanaatta usta yerini tutması lazım gelen, hocaları ile omuz omuza beraber çalışmazlar. Hocanın nasıl çalıştığını görmezler bile, hoca ile yalnız yoklamalarda ve nihâyet, imtihan masasında başbaşa kalırlar. Ve o zaman ise, hocaları sorduğu şeylere cevap alamayınca, onlara sadece "çalışmamışsın" yahut "öğrenmemişşin" der ve geçer. Fakat nasıl çalışmak lâzım geldiğini ve öğrenmenin usûlünün ne olduğunu bu tecrübesiz çıraklar kendilerini düşünüp keşfetmeye ve muhtaç oldukları mânevî desteği kendilerinde arayıp bulmaya mecburdurlar.
Bir gün kendisine çok bağlı olduğum, bugün Allahın rahmetine kavuşmuş bulunan bir büyük veli, inanmanın kuvvetini anlatırken: "- İnan da istersen bir odun parçasına inan!" Demişti bana... İyisi ve kötüsü, ulvîsi ve süflîsiyle (aksiyon), mutlaka inanmanın eseri... Elbette anlamak lâzımdır ki, odun parçasından murat, inanmanın mücerret kuvvetini göstermektir. Ondan sonra inanma, yerini bulunca tıpkı anahtarla kumdaki yuvası gibi İslâm'ın içine oturur, yalnız orada mücerret keyfiyetiyle uygunluk belirtir.
Reklam
Reklam
166 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.