Sosyal devlet, kendi halkının durmadan artan çaresizliğine ve mutsuzluğuna öylesine muhtaçtır ki yurttaşların çaresiz ve mutsuz kılınması işi, tek tek yurttaşların iyi niyetli, ama acemice girişim ve çabalarına bırakılamaz.
Çocuklukta bize öğretilmiş olanı (üzüntüden kurtulamıyorsak kabahati kendimizde arama alışkanlığını) ileriki yıllarda da sürdürerek belli durumlarda üzülmeye ne hakkımız ne de nedenimiz bulunduğuna kendimizi inandırarak üzüntüyü ruhsal çöküntüye dönüştürebiliriz. Öyleyse ruhsal çöküntü, bu dönüştürme yeteneğimizin sonucudur.
İnsanın dünyası yine karşılaştırılamayacak kadar daha büyük ve daha zengindir; hatta geleneksel felsefede insanın 'capax universi' olduğu, yani bütün evreni deneyiminin içine almaya muktedir olduğu öne sürülmektedir. Gerçekte neyi ne kadar kavradığı her kişinin kendi Varlık Düzeyi'ne bağlıdır. Kişi 'daha yüksek' oldukça, dünyası da o denli daha büyük ve daha zengin olur. Örneğin maddeci bilimcilik felsefesine tamamen saplanmış, 'görünmezlerin' gerçekliğini inkar edip dikkatini sadece sayılabilir,ölçülebilir ve tartılabilir olanla sınırlayan bir kişi çok yoksul bir dünyada yaşar, o kadar yoksul ki onu insanların oturmasına uygun olmayan anlamsız bir çorakülke olarak algılar. Aynı şekilde, eğer dünyayı atomların tesadüfi bir yerleşiminden ibaret görüyorsa, tek akılcı tavrın 'katı bir umutsuzluk' olduğunda Bertrand Russell ile uyuşacaktır.
Yaşam bir oyundur ve bu oyunun birinci kuralı, yaşamın bir oyun olmayıp ölümüne ciddi olduğu kuralıdır, diyen özdeyiş, Amerikalı psikolog Alan Watt'ındır.
Kendimizi aldatmayalım: Mutsuzluğumuz olmasaydı halimiz nice olurdu, şimdi nerelerde olurduk ? Mutsuzluğa şiddetle muhtacız; hem de sözcüğün gerçek anlamıyla mutsuzluğa.
Her şey güzel her şey.İnsan mutlu olmadığını bilmediği için mutsuzdur. Sırf bu yüzden Hepsi bu, hepsi ! Bunu fark eden hemen mutlu olacaktır; anında, oracıkta...