Felsefe için "yolda olmak" denilir. Fakat yolcular varış noktasına ulaşmak için acele etmezler. Amaç yalnızca yolun kendisini deneyimlemektir. Tıpkı kendisine duyulan ihtiyacı doyurmak için yapılan yürüyüşler gibi. Felsefe ve yürümek aynı ilhamın kardeşleridir.
Yürümek dışarı çıkmayı icap eder elbette. Fakat bizim konumuzun özneleri dışarıda olduğu için yürüyenler değil, yürümek için dışarıda olanlardır. Şehirli insana bunu anlatmak beyhude bir çabadır. Çünkü onun için dışarısı sadece mekanlar arası geçiş yaptığı hava boşluklarından ibarettir.
Yürümek için şehrin ve zihnin olabildiğince susması gerekir. Bu yüzden hep doğaya doğru adımlanılır. İnsan yürürken özünün hasretlerini giderir. Geçip giden güne, göğün maviliğine, akşam güneşine, ağaçların görkemine minnet hisseder. Nesiller önceki kendisi ile el ele tutuşmasını öğrenir.
Yürümek ve düşünmek birbirine refakatçi olur yol boyu. Dört duvar arasına sıkışmış düşünceler gök kubbenin altında özgürleşip genişler. Bundandır ki Nietzsche; "Mümkün mertebe az oturmalı; açık havada yürürken doymayan, şenliğine kasların katılmadı hiçbir düşünce güvenmemeli. Önyargıların hepsi bağırsaktan gelir. Daha evvel de söylediğim gibi, kutsal tine karşı işlenen esas günah yerinden kıpırdamamaktır." der.
Aslında bu deneyimi yaşamak çocuk oyunudur. Omurgalı dik tut, bir adımının önüne diğer adımı at. Bundan dolayı yürümek kusursuz bir sadeliktir. Sadelik tüm iyi olma hallerinin efendisi kabul edilir. İşte bu yüzden huzur bizi uzaklara yürürken yakalar.