"Adam asmaca oynar mısın?" diye soruyor Theophile. Eğer iletişim sistemim repliklerimi çivilemiş olmasaydı, ona felçliyi oynamanın beni yeterince meşgul ettiğini söylerdim. Sözcükleri bir araya getirmek için dakikalar harcayınca en ince esprili bile anlamını yitiriyor. Sonunda da kelime kelime ifade etmeden önce neyin bu kadar eğlenceli göründüğünü kendin bile çok iyi anlamıyorsun. Kural, zamansız çıkıntılardan sakınmak. Bu da konuşmayı detaylardan, top oynar gibi karşılıklı laf atışmalardan mahrum bırakıyor. Bu zoraki espri yoksunluğunu, içinde bulunduğum şartların önemli zorluklarından biri olarak görüyorum. Yedinci sınıfların ulusal sporu adam asmacaya gelince... Bir kelimeyi, bir diğerini buluyorum. Derken üçüncüde tıkanıyorum. Aslında aklım oyunda değil. İçimi bir hüzün kapladı. Oğlum Theophile yanımda uslu uslu oturuyor, suratı sırtımdan 25 santim uzakta. Babası olan benim ise, ellerimi onun kalın telli saçlarının arasında gezdirmeye, ince tüylü ensesini avucumun içine almaya, yumuşak ve ılık küçük vücudunu kucaklamaya bile hakkım yok. Nasıl demeli? İçinde bulunduğum durum korkunç, iğrenç, adaletsiz. Birden artık daha fazla dayanamayacağımı hissediyorum. Yaşlar gözlerime doluyor.Korkma, küçük adam seni seviyorum. Hala oyunun etkisinde olan oğlum kelimeyi tamamlıyor. İki harf daha: o kazanıyor, ben kaybediyorum. Defterin bir köşesin darağacını, ipi ve ucundaki adamı çiziyor.
Atatürk'ün Adalet'i... Yaşlı kadın yatağından kalktı. Sabah ezanının insan ruhuna huzur veren sesi oda içinde yankılanıyordu. 88 yaşından beklenmeyecek bir çeviklikle pencereye doğru yöneldi. Pencereyi açması ile birlikte odaya ezan sesi ile birlikte baharın güzel kokusu ve kuş cıvıltıları doluştu. Penceresinden gözüken Kurtuluş Parkına bakarak
Reklam
Katilin Özrü Asansör geldi. İnene kadar Hakan’ın davudi sesini düşündü Aylin. Dışarı çıkınca hemen aracına gitmek yerine biraz yürümek istedi. Caddenin kenarındaki sarı yapraklar çok güzel göründü gözüne. Aşağı kadar yürüdü, sonra tekrar araca doğru yürümeye başladı. Aracın önünde durmuştu ki, Hakan, “İyi misiniz komiserim? Solgun
6 KELİME Sadece 6 kelime kullanarak duyguları harekete geçiren bir hikaye yazabilir misiniz? Arkadaşlarıyla iddiaya giren Ernest Hemingway yazdı ve böylelikle bir akımın başlamasına sebep oldu. 10 kelimeyi geçmeden anlamlı bir hikaye yazacağına 10 dolarına iddia giren Hemingway bir peçeteye şunu yazdı: “For sale: baby shoes, never worn” yani
Hiç gürbüz hiç pembe yanaklı sayfalarımız olmadı mı bizim? Biz hiç mavi kalacak bir mevsime çıkmamış mıydık yorgun yokuşlarından kışın? Kendiliğinden gelen sözcüklerin misafirliğini ne çok severdin, Nasılsın... Bugünlerde ben iyi gibiyim yorgun gri kaideler arasında hüzünlü bir yeşilim, Ya sen... Sen... Nasılsın? Göğsündeki ağrılar nasıl? İyi misin? (Birhan Keskin)
Bana derler ki "Veren el, alan elden hayırlıdır." Bende derim ki "Elin vergisi canın sevgisi." Bana derler ki "Verilenler, günahları örter, perdeler." Bende derim ki "Örtülüp, perdelenecek şeyleri azaltmak daha iyi değil mi?" Bana derler ki "Verenin malı artar." Bende derim ki "Malım artsın diye vermek, vermek midir, almaya hazırlık mı?" Bana derler ki "Öyle bir ver ki, sağ elin verdiğini sol elin görmesin, bilmesin." Bende derim ki "Peki bu sağ elleriniz nasıl bu kadar meşhur oldu?" Bana derler ki "Az sadaka çok kaza bela savar." Bende derim ki "Çoğunu verip gelecektekiler de dahil hepsini birden savuşturmak daha iyi değil mi o zaman?" Bana derler ki "Olmayanı verdiğinle sevindirmek mevcudunun zekatıdır." Bende derim ki "Olmayan-olmayan-olmaya sen-verip de sevindiren-olmaya ne çabuk, ne kolaylıkla alışmışsınız. Rolleri değiştirmek, biraz da sen alıp da sevinen olmak ister misin?" Bana derler ki "Biz, bize verilenlerle böyle olduk." Bende derim ki "Sizin gibi olmamak için her şeyimi vermeye de, hiçbir şeyimi vermemeye de ahdettim."
Reklam
1,000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.