Avrupalı olmadığımız, hiçbir zaman da olamayacağımızı benim kadar duyan, hisseden ikinci bir adam göremedim. Kenarından, köşesinden sığınırsınız, sığınma olduğunuzda sizi sürekli tokatlarlar, tükürürler üstünüze, hakarete uğrarsınız. Bu böyle devam eder. Bunun sembolik iki resmini gördüm, Boğaziçi Üniversitesinde tarih hocası Selim beğ göstermişti. 1800lerin sonlarında milletlerarası bir toplantıda. Avrupa devletlerinin önde gelen adamları, başbakanları, dışişleri bakanları falan dizilmişler: Rusya, Fransa, İngiltere, Prusya, Avusturya, Macarıstan v.b. Galiba Abdülmecid döneminde, büyük devlet adamımız Âlî Paşa o resimde ‘bu benim' diye fırlıyor, üniforması içindeki o gururlu duruşu, kılığı kıyafeti, bize mahsûs fesimizle. Kollarını kavuşturmuş, diğerleriyle mesâfeli, hemen bitişik nizâmda durmuyor. Büyük bir meydan okumayla bakıyor dünyaya. Bir de, ne kerâmetse, Japon temsilcisi de orada. Aynen bir penguen. Frak giymiş, papyonlu, ufak tefek zayıf biri. O Avrupalı delegelerin suratlarına ayran budalası gibi bakıyor, "emredin takla atayım" dercesine. Diğeriyse Özal devrinin savunma bakanının 1980 sonlarında NATO toplantısında çekilmiş bir resmi. Öbür resimdeki Japonun duruşuna nice benziyor; diğerleri gibi giyinmiş, tabasbus hâlinde. O günle bugün arasındaki fark bu iki resimde kendini gösteriyor işte.