Necdet Cihat Bağcılar

Necdet Cihat Bağcılar
@ncbagcilar
“Türkiye evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olmak imkânını vermiyor.“ Ahmet Hamdi TANPINAR
Reklam
“Öğretmenlerin beklediği tek şey vardır. Saygı. Saygıda kusur etmeyin. Ve ben öğretmenlerime hep saygı duydum. Öğretmenlerimin de saygı duyulmasını istedim, bekledim. Bunun nişanesi olarak da huzurunuzda butun öğretmenlerimin öğretmenler gününü kutluyorum, tek tek onları tebrik ediyorum.” Şehit Müdür İbrahim Oktugan
“Gül! Gül ki gül yüzünde binlerce güller açsın. Gül bahçesi gül yüzünden sevgi topla demet demet. Sevgide güller açsın, güller sevgi dağıtsın. Sevgiyle bakıyor gül gibi görüyorsan sen bahtiyarsın…” Muhsin Yazıcıoğlu

Reader Follow Recommendations

See All
Sahile çıktık. Hava değişimi için gelen Azerbaycanlılara rastladık. Elbise ve deri palto almak istiyorlardı. Ticaret yeryüzünden kaybolsa Azerbaycan halkı yeniden bulur. Şehirde Kırımlılara tek tük rastlanıyordu. Orta Asya sürgününden henüz dönmeye başlamışlardı. Sözü edilen meşhur Kırım balından aldım. Üç hafta sonra tamamen şeker kestiğini görecektim. Bir yerin halkı sürülünce önce bağlar ve kovanlar bozulur. Çehov’un kaldığı yeri, Buhara emirinin yazlığını tek tek gezmek nasip oldu. Hoş bir memleket. Karadeniz’in kuzeyinde, güneyinden farklı olarak Akdeniz bitki örtüsü ve serviler daha hakimdir. Sahile hakim Yayla Dağı Ukrayna steplerinden gelen soğuğu keser. Akşama kadar Yalta, Livadiya ve Voronzof’un İngiliz tarzındaki sarayı gezildi. Ünlü Yalta Konferansı bu mahalde tertiplenmişti. Ecdad memleketinin bu ucunda Kırım hanlığının ve Osmanlı döneminin izleri pek az görünür. Onun için Sudak gibi, Selçuklu ve Ceneviz limanlarına uğramak gerekirdi. Onu başka bir gezide yapabildim.
Sayfa 15
208 syf.
·
Not rated
Tarihin İzinde
Tarihin İzindeİlber Ortaylı
8/10 · 850 reads
Reklam
Evet, onun için de hakikaten Balkan Harbi bunun bir örneğidir. O kadar çok facia yaşandı ki, üst üste o kadar çok muharebe ve harp meydana geldi ki, o kadar çok göç, o kadar çok çatışma, bunların bir kısmı bizi de yaktı, öbür grupları da yaktı. Bunlar Türkleri ister istemez milliyetçi, savunmacı bir tutuma itti. Doktrine değil, tutuma itti. Hiçbir zaman bunu iyi ifade eden, formüllendiren bir doktrin olmamasına rağmen böyle bir tutuma itti Türkleri. Onun için Türkiye milliyetçiliği, doğrudan doğruya yaşanan faciaların ve savunmanın ortaya çıkardığı bir tutumdan ibarettir. Arkasında ciddi ve büyük bir tarih sentezi, bir linguistik araştırma, bir düşünce, bir tahlil ve eğitimsel bir biçimlenme yatmaz. Bu bakımdan bizatihi milliyetçilik, millet şuuru, Türkiye’de olaylarla ortaya çıkmıştır. Bunun yaşanmadığı Ortadoğu ülkelerinde bu tabii çok daha zayıftır. Bana öyle geliyor ki, bu asırda Türk Milliyetçiliği çok büyük şeylerle mücadele ede ede bir yere gelecektir…
Sayfa 125Kitabı okudu
Bence bir kavmin oluşumundaki en önemli unsur, o topluluğun müşterek dile ve dine sahip olmasına rağmen bir şeyleri beraber yapmasıdır. Tarihi birlikte yaşamasıdır. Bu gündelik hayat değildir. Yani yeme içme değildir. Birlikte yaşamaktır. Mesela Türklerle Yunanlıların birtakım şeylerinin birbirine benzemesi yetmez. Yemeleri, içmeleri, gündelik hayatlarının benzemesi yeterli değil. Eğer bunlar tarihi birlikte yaşasalardı, yani bir ara müttefik olsalardı, müşterek bir tehlikeye karşı birleşebilselerdi farklı olurdu. Millet de böyledir. Eğer millet bazı şeyleri yaşamamışsa, yani harp, darp, fütûhat, savunma vs. millet olamaz. Bugün bütün İslâm dünyasında, bütün Ortadoğu’da millet şuuru Türklerde var. Çünkü bu şuur savaşlarda, muharebelerde kazanıldı. Arkasında fütûhata dayanan uzun bir tarih var. Bunlar çok önemli olmuştur. Şimdi tabii bunu kasaba edebiyatıyla yaparsan gülünç olabilir. Ama büyük edebiyat bunu belirler. Balkan Savaşı’ndan sonra, “Ne olur bu Türkler bu faciadan sonra?” demişler —ki hakikaten faciadır -Ernest Renan mesela, “Türkler bunu unutturmayacak bir edebî güce sahip değil. Hakikaten bunlar bunu aşabilecek, bunu bir kine çevirebilecek, bir hafızaya döndürebilecek millî bir edebiyata sahip değiller” demiş. Çok ilginç bir söz bu, çok önemli. Bunun üzerinde durmamız gerekiyor. Gerçekten de edebiyatımız çok zayıf. Balkan halkları kinini kasaba edebiyatıyla yaşatmaya çalıştı, tabii muvaffak olamadı. Bizim ise tarihçiliğimiz çok zayıf çıktı. “Yaşamaya bak, unut, maziyi unut, öne yürü.” Oysa hiçbir yere yürüyemezsin arkayı bilmeden. Kin tutmak için değil. Bilmen lazım.
Sayfa 124Kitabı okudu
“Önümüzdeki yüzyılın tarafsız tarihçileri 3 Mayıs’ın bir dönüm noktası olduğunu elbette tesbit edeceklerdir. 3 Mayıs’a selâm olsun!… 3 Mayıs ruhu ebediyen yaşasın!…” Hüseyin Nihal ATSIZ Ötüken, 11 Nisan 1973, Sayı: 5 #3MayısTürkçülerGünü #3Mayıs1944
"Türk Milliyetçiliği, terakki ve inkişaf yolunda beynelmilel temas ve münasebetlerde, bütün muasır milletlere muvazi ve onlarla bir ahenkte yürümekle beraber Türk içtimâi heyetinin hususi seciyelerini ve başlı başına müstakil hüviyetini mahfûz tutmaktadır." Başkomutan Gazi Mareşal Mustafa Kemal ATATÜRK #3MayısTürkçülerGünü
“Türk'ü sevdim, seveceğim. Ama bunun sonunda ızdıraplar varmış, felaketler varmış, hatta karşılaşılacak türlü kahpelikler doluymuş. Hepsi kabul! Türk ırkı sağ olsun!” NEJDET SANÇAR #3MayısTürkçülerGünü‬
Reklam
26 Ağustos 1071’den 26 Ağustos 1922’ye...
Savaş günü Ankara'daki diplomatik çevrelerden ve gazetecilerden gizlendi: Başkumandan gizlice Akşehir'e intikal etti ve o akşam sözde bir çay ziyafeti düzenlemişti. Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa, (Çakmak) Garp Cephesi Kumandanı İsmet, (İnönü) 1. Ordu Kumandanı Nureddin Paşa ve 2. Ordu Kumandanı Yakup Şevki Paşa'ydı. Dış dünyada Türklerin müstahkem mevkileri bertaraf edeceğine inanılmıyordu fakat beklemedikleri oldu. 26 Ağustos günü erken saatte başlayan top atışını arkadan bir hücum ve ilk aşamada güneyde, Çal köyünde Yunan tümenlerinin önemli kısmının çembere alınması ve kuzeyde Eskişehir mıntıkasındaki Yunan işgal kuvvetlerine hücum izledi. Savaş ani saldırıyla başlamıştı ve öyle de devam etti. Aslında başarılı bir asker olarak tanınan Başkumandan General Trikopis ve karargâhı 2 Eylül'de Uşak'ta esi alındı ve öncü kıt'alar İzmir'e girdiler. Birinci Ordu Kumandanı Nureddin Paşa'ydı. 9 Eylül'de ise Gazi Mustafa Kemal Paşa ve kıt'alar İzmir'e törenle girdi.
Sayfa 223Kitabı okudu
26 Ağustos 1071’den 26 Ağustos 1922’ye...
30 Ağustos Zaferi'yle işgal altındaki Türkiye'nin, yani Anadolu ve Trakya'nın siyasi coğrafyası değişti. Ordular tutabildiklerini tuttular, Türkler de ilerledi. Tam donatılmış bir Yunan ordusu Selanik ve civarında saldırı için değil, ama Batı Trakya'yı elde tutmak için hazır bekliyordu. istiklâl savaşı kumandanları Fevzi ve Kâzım Karabekir Paşalar fevkalade temkinliydiler. Onlara göre çok daha atılımcı olan Gazi Mustafa kemal Paşa dahi bu sınırlara ulaştıktan sonra temkinli olmak zorundaydı. Büyük Taarruz öncesinde uzun bir hazırlık devresi vardı. Ankara Hükûmeti büyük bir sabır ve sert kanunlarla savunma tedbirleri aldı ve yeni bütçe uyguladı. Şurası açıktır ki milletin morali düzelmişti. Britanya kabinesinin Yunanistan'ı destekleyeceği ve Sevr'i dahi lehlerine düzenleyeceğini açıklaması yanında Yunan savaş bütçesini ve mühimmatını artırması, TBMM Hükûmeti'nin direnme konusunda bütün dünyaya bir açıklama (âdeta bir universalia) vermesine neden oldu. Piyade tüfeği miktarındaki ufak bir fazlalığın dışında silah, hatta asker sayısı bakımından dahi Yunan ordusuna göre üstünlük yoktu ve tek üstünlük yine süvari kuvvetleriydi.
Sayfa 223Kitabı okudu
26 Ağustos 1071’den 26 Ağustos 1922’ye...
1526’nın 29 Ağustosundaki Mohaç Zaferi Avrupa tarihinin değiştiği bir olay, Türklerin imparatorluğunun zirve noktası olarak kabul edilebilir. Hemen hemen 400 yıl sonra 30 Ağustos 1922’deki Dumlupınar Başkumandanlık Meydan Muharebesi’nde kazanılan zaferse Türklerin Küçük Asya’daki anavatanlarını savunmalarının zaferidir ve beklenen bir zaferdir. En başta Başkumandanımız ve subaylarımız bunu bekliyordu. Aslında İkinci Dünya Savaşı yıllarında Mussolini’ye karşı başarılı şekilde Yunanistan’ı savunan, Yunan ordusunun seçkin ve ünlü komutanı Ioannis Metaksas “Oraya çıkmayın, iki günde Türk ordusu karşınıza çıkar, sizi mahveder.” demişti, dediği gibi oldu.
Sayfa 224Kitabı okudu
26 Ağustos 1071’den 26 Ağustos 1922’ye...
Hatta şunu da ifade edebiliriz; 26 Ağustos 1071 Türklerin Anadolu’ya giriş tarihidir; 26 Ağustos 1922 ise Anadolu’dan asla çıkmayacağımızın belgesidir; zaten çıkamayacak durumda olduğumuz da açıktır. Türk Kurtuluş Savaşı eski bir devletin yapısı içinde devam etti. Savaşı yöneten genç kumandanlar kadar erbaş zümresinin de (onbaşı, çavuş) Birinci Dünya ve Balkan Savaşı’nın tecrübelilerinden olduğunu unutmamak gerekir ve nihayet Ankara Hükûmeti genel müdüründen telgrafçısına kadar Osmanlı bürokrasisinin seçkinlerini bir araya getirmiş veya mevcudu istihdam etmeyi bilmiştir. İsmi geçen kumandanlar yanında o tarihte albay olan, sonra Budapeşte ve Vichy Fransası’nda sefirlik yapan Behiç Bey’inde zikretmemiz gerekir. İmkânsızlıklar içindeki Türk demir yollarının bu savaşın sevkiyatına yetişebilmesi onun ve takımının sayesindedir. Deha ancak çevresiyle parlar. Büyük adamların ideali kitlenin itaati ve tasvibiyle gerçekleşebilir. Gazi Mustafa Kemal Paşa geniş kitleyi kazanabilmişti.
Sayfa 224Kitabı okudu
Bir avuç kömür için bir ömür veren madencilerin, fabrikalarda, tersanelerde, sanayilerde çalışan işçilerin, açık denizlerde ve okyanuslarda, alın teriyle, bileğinin hakkıyla ailesinin rızkını kovalayan denizcilerin ve tüm emekçilerin #1MayısEmekveDayanışmaGünü kutlu olsun. ⚓️🇹🇷
38 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.