Ve kendime William Blake’in harika deneyimlere bağlanmaya çalışmak yerine bu tür deneyimlerin gelip geçmelerine izin vermeye yönelik uyarısını hatırlatıyorum.
Ama başka görevlerimiz arasında bizim gerçek görevimiz, evreni, doğmuş olmayı, gözlerle bakmayı ve soluk almayı kabullendiğimiz gibi düşü de kabul etmemiz.
Hani dediğim bey erenler?
Dünyayı benim diyenler?
Ecel aldı, yer gizledi,
Fani dünya kime kaldı?
Gelimli, gidimli dünya,
Sonucu ölümlü dünya!
Bu kara yer bizi de yiyecektir,
En nihayet uzun yaşın ucu ölüm,
Sonu ayrılık!
Daha yeşil bir dal iken üstüme kuşlar konar ve bana şarkılarını belletirlerdi!
Şimdi genç kızların dizlerinde, parmaklar altında ses veriyor ve kuşlar gibi şakıyorum!
Tüm güzel şeyler değişmeyi özler! İnciler bile denizin karanlık derinliklerinden çıkar ve şahların taçlarını ve hatunların boyunlarını süslemek için sonsuz mesafelerde yol alırlar!
Aklımı tamamen kaybetmem çok da şaşırtıcı olmaz; çünkü ben de farkediyorum, ıstırabımın hayal gücü o kadar yoğun ve beni mahvetmekte o kadar başarılı ki, kendim müdahale edip mani olamadan taş kesiliyor, akıl ve mantıktan mahrum kalıyorum.