Onlarla konuşuyorum -kim onlar- bir rastlantı arıyorum kendime
Nasıl, ne gibi,
Desem ki sözler vardır, biriyle karşılaştırır beni,
Konuşmanın içinde
Yaşamama girmeyen, saptayan düşlerimi
Ve derim ki bir gülün tersine açmasıdır solması
Ben kendime uygun dururum
Yakar alçaktaki bir kuş yakından görünmemi.
Korkunç bir şekilde gerekliydi
Acısını duymam ve
Alışmam ve gereksinmem
Korkunç bir şekilde gerekliydi
Güçlüydüm, yerimdeydim, eksiğim benim
Yenik bir savaşçı gibi önceden
Bana hiç verilmeyenden bu yüzden
Elimde olmayan bir şeyden
Bulmak için kaybetmek.
Parmakların saydığı ne varsa hep tüketmek.
Varmak o iklime ki, uğramaz ihtiyarlık;
Ebedi gençliğin taht kurduğu yer, mezarlık.
Ebedi gençlik ölüm, desem kimse inanmaz;
Taş ihtiyarlar, servi çürür, ölüm yıpranmaz.
Olamadık işte biz,
Olamadık sakin sahillerde,
Kalabalıklarda esrarengiz.
Bir sır bile hele ki,
Dedikodu olsa yine iyi.
Aynı sokaklardan geçecekken,
Şeytan'ın aklına gelmeyecek bahaneler...
Bu kitabı nasıl anlatmaya başlasam bilmiyorum bir baştan bir sondan giderim artık. İlk bölüm film gibiydi hiç elimden bırakmadan okudum desem yeridir ikinci bölüm ise sanki değişik,zorlama gibi geldi üçüncü bölümü hiç saymıyorum.
15 yaşında bir delikanlının gözüyle öyle güzel anlatılmış ki aile yaşamı soluksuz okudum. Anne-baba birbirinden ne
Kazanırsak Kaybederiz ilk kitabın sonuyla çok merak ettirici bir şekilde bitmişti ve neler olacağını çok merak ediyordum. Öncelikle söylemeliyim ki kitap inanılmaz akıcıydı! Öyle ki yaklaşık 6 saatte hiç ara vermeden okuyup bitirdim. Hem okuması oldukça keyifli hem de heyecanlıydı. Bu kitap ilk kitaptan kesinlikle kat kat daha iyiydi. Özellikle
Oxford kenti, özellikle de oralıların çarnaçar iyi hava saydıkları şey gelip çattığında, yani Trinity'de, kalabalık oluyor, dahası tıklım tıklım dilencilerle doluyor. Öbür mevsimlerde zaten sayıları bir hayli olan dilenci nüfusunda, ilkbaharda ve yazın bir bölümünde çıldırtıcı, ölçüsüz bir artış görülüyor. Kentin öğrencisi kadar dilencisi var
Son iki kitabı beni hayal kırıklığına uğratan yazar
Ayşe Kulin
ve inceleme yazmaya değer görmediğim ama iki satır da serzenişte bulunmaktan kendimi alıkoyamadığım yeni kitabı
4 Gün 3 Gece
60 ihtilalini anlatan bir 4 gün 3 gece okumayı beklerken, neyi vurgulamayı amaçladığı belli olmayan, biraz Alevilik’ten dem vuran, biraz Demokrat Parti dönemine değinen, aşk romanı desek değil, sadece cinsellikle yüzeysel olarak yaşanmış bir ilişkiyi anlatan, ne desem sanki fazla kalacak bir roman ne yazık ki.
Öncelikle şunu belirtmeliyim ki kitaba ön yargıyla yaklaştım çünkü günümüzde yazılan ve hepsi birbirinden farksız olan yüzlerce kitap gibi basmakalıp olur dedim. Fakat henüz kitabın kapağını açmamla birlikte tüm fikrim değişti, çünkü başlık bile gerçekten sanki bu kitap bana bir şey verecekmiş gibi sezdim ve başladım okumaya.
Hani ne derler
Bakışlarımla düğüm düğüm
Sana bir şeyler söyliyebilsem.
Sabahlara kadar düşündüğüm
Sana bir şeyler söyliyebilsem...
Hani ne bileyim, masal gibi,
Sularla haşır-neşir dal gibi.
Bir okunmamış arzuhal gibi
Sana bir şeyler söyliyebilsem.
Bakışlarımız aynı duyguda,
Bir besteyi sürüklerken, suda.
Yarı uyanık yarı uykuda
Sana bir şeyler söyliyebilsem
Desem ki, boşluklar bizi sarın,
Ardında kalalım hudutların,
Diliyle toz-pembe bulutların
Sana bir şeyler söyliyebilsem,
Sen, yemyeşil baharın burcunda,
Mevsim erguvanları avcunda.
Gül biten dizlerinin ucunda
Sana bir şeyler söyliyebilsem...
Feyzi halıcı.