Galatasaray Lisesi'nde son sınıftayız. Sonradan üniversite hocası ve Hariciye vekili olacak Turan Güneş sınıf arkadaşım. Bir hafta sonu bize geldiğinde babama Arapça öğrenmek, ilahiyat tahsil etmek istediğini söyledi. Ben de Farsça öğrenmek istiyorum. Babam Elmalılı Efendiyle tanışırdı, doktorluğunu da yapardı. Bu sayede Elmalılı Hamdi Efendi'nin Tefsiri ciltleri evimize gelmiş, ben de bir yaz iki cildine bakmıştım. Bir derya... Bu kültüre nüfus etmenin büyük bir çaba gerektiğini o zaman daha derinden farkettim. Resim yapıyorum, musiki ile ilgileniyorum ama böyle olmaz. Farsçasız olmaz diyişim biraz da bu büyük eserin etkisiyle. Babam, sizi ona götüreyim, bakalım hocaefendi bu düşünceleriniz için ne tavsiye eder, dedi. Bir gün evlerine gittik.
Turan'ı dikkatle dinledi. "Arapça öğretecek müessese yok ama öğrenirsin" dedi ve devam etti: "Azmin elinden bir şey kurtulmaz. Napolyon Rusya seferinden önce 40 günde Rusça öğrenmiş, fethedeceğim memleketin lisansını bilmeliyim diye düşünüyormuş. Ben bunu okuduğumda Avrupa tarihiyle meşguldüm. Acaba ben de 40 günde bunu yapabilir, Fransızca öğrenebilir miyim dedim ve 40 günden sonra Bergson'un bir eserini Fransızcasından okuyacak hale geldim. Bana dönerek "sen ne yapacaksın evladım ?" diye sordu. "Ben Farsça öğrenmek istiyorum efendim, ama bilmem ki altından kalkabilir miyim?" dedim. Tereddütlü halimden rahatsız olmuş gibi birden hareketlendi ve "Ne demek yapabilir miyim, niyet edeceksin, karar vereceksin ve olacak, dedi...