Her kadın cinayeti haberi okuduğumuzda veya gördüğümüzde kulaklarımızda çınlayan “Ölmek istemiyorum” feryadı, “Lütfen ölme, anne” diyen 10 yaşındaki bir kız çocuğunun çaresizce çırpınışı yüreğimizi dağlıyor. Kadın cinayetleri hep vardı ve ne yazık ki olmaya da devam ediyor. Hepsinde aynı çığlıklar atıldı ama bizim kulağımızla duyduğumuz sadece Emine’ninkiydi. Diğerleri sessiz bir haberdi. Onların çırpınışlarını, ölmek istemiyorum diye yakarışlarını, şiddete maruz bırakılan veya öldürülen annelerini gören masum çocukların yakarışlarına hiç bu kadar yakından şahit olmamıştık. Kitabın ilk sayfasında da bu olaya yer verilmesi, o anları ve o sesleri tekrardan görmemizi sağlıyor. Bu şekilde diğer sayfalardaki yaşanılan olayları daha net hissediyoruz. Biz kadınlar tarih boyunca aşağılandık, hor görüldük, “elinin hamuru” adı altıyla beceriksizleştirilip yarım akıllı olarak tanımlandık. Halbuki böyle olunmadığını, kadınların zekasının, gücünün, gülüşünün bir orduya yetebileceğini herkes içten içe biliyor. Günümüzde kadınların çoğu artık kendi gücünü keşfetmiş olsalar da bunu hala fark edememiş kadınlar ne yazık ki var. Bu kitap, onlara içindeki gücü bulmaları konusunda yardımcı niteliğindedir. Kendini dip noktada hissedip sonra bir çaba ve gayretle kendi ayaklarının üstünde nasıl durabildiğini anlatıyor. Biz kadınlar güçlüyüz. Biz kadınlar başarabiliriz. Biz kadınlar istediğimiz gibi kahkaha atabilir, istediğimiz gibi giyinebilir. Biz kadınlar yoksak erkeklerde yoktur. Çünkü erkekleri de dünyaya getiren bir kadındır.
Her kadının bir gün içindeki gücü keşfetmesi dileğiyle…
Kürtler hiçbir zaman asimile olmadı ve Türk tarafı da bundan vazgeçmiş görünüyor, çünkü bugün yeniden Kürtler'den söz edilebiliyor, halbuki birkaç yıl önce bu terim hoş karşılanmıyordu ve onlar ne yazık ki 'geride kalan Dağ Türkleri' olarak tanımlanıyordu.
YÜZBAŞI İŞBARA ALP
Gece, sıcak... Bunaltı.. Esmiyor kuzey yeli,
Bir sessizlik kaplamış bozkırı, dağı, beli...
Dirseğinin altına destek etmiş bir taşı,
Sağ eli şakağında düşünüyor Yüzbaşı!
Bir ara gözlerini çevirdi gök yüzüne,
Gördüğü nesnelerden korku girdi özüne!
Bulutlar yumak yumak uçuyor gibiydiler;
Ya kovalıyor, yahut kaçıyor
2024 Okuma Listesi
18. Hafta - 18. Kitap
Francis Scott Fitzgerald’ın Benjamin Button'ın Tuhaf Hikâyesi adlı novellası 2024 yılında okuduğum 18. Kitap oldu. İş Bankası Kültür Yayınları tarafından Bülent O. Doğan çevirisiyle çıkmış. Elimdeki Aralık 2023 baskısı. Francis Scott Fitzgerald romanı da filmi de Türkiye’de çok sevilen Muhteşem Gatsby’nin yazarı. Benjamin Button'ın Tuhaf Hikâyesi 1922’de yazılmış, 2009’da sinemaya uyarlanmış. Dilini biraz basit bulsam da orijinal kurgusu yüzünden okunması gereken bir kitap olduğunu düşünüyorum.
Yazara bu kitabı yazma konusunda ilham veren, Mark Twain’in, “Hayatın en iyi kısmının başta, en kötü kısmının da sonda olması ne yazık,” sözü olur. Kurguladığı ana karakter Benjamin Button, 1860 yılında yaşlı olarak doğar, sonra gençleşmeye başlar. Zaman onun hayatında diğer insanlara göre ters yönde akmaktadır. Bu ilk etapta güzel bir şeymiş gibi görünse de aslında tam bir felakettir. Çünkü Button’un hayatı deneyimleme sırası da normal bir insanın tam tersi bir şekilde gerçekleşir. Yaşıtlarının başında kavak yelleri eserken olgun olan Button, olgunlaşması gereken dönemlerde eğlence hayatına dalar. Çok sevdiği eşi bile gözünde eski ışıltısını kaybeder. En kötüsü daha ileri yaşlarda çocuğa dönüşmesi olur. 1920 yılında, torununun doğumuyla birlikte artık tam bir bebektir. Geride bıraktığı 60 yıllık hayatı sanki hiç yaşanmamış gibidir.
Günümüz insanı hiçbir şey feda etmeye yanaşmıyor; oysa gerçek bireyselliğe varmanın tek yolu özveriden geçer. Ne yazık ki, bu gerçeği giderek unutuyoruz, dolayısıyla insan olma duygusu da yitip gidiyor.
Pandora'nın kutusu hikâyesini bilirsin. Açılmaması gereken kutu açılır açılmaz hastalık, keder, kıskançlık, açgözlülük, şüphe, ihanet, açlık ve kin gibi akla gelebilecek her türlü kötülük ve uğursuzluk kutudan sürünerek kaçmış, gökyüzünü kaplayarak uçup gitmiş. Bundan sonra, insanlar ne yazık ki sonsuza kadar sefalet içinde acı çekip kıvranmak zorunda kalmış. Ancak kutunun köşesinde haşhaş tanesi kadar küçük, parıldayan bir taş kalmış ve taşın üzerine belli belirsiz "umut" kelimesi yazılıymış.
Zamanla hepsini unutursun, sevebileceğin biri çıkar karşına. Kendini toparlayamazsan sonun çok kötü olur. Yazık, böyle harap etme kendini. Daha gençsin, önünde uzun yıllar var.
"Ne yazık ki," dedi, "ben peri masallarından hiç hoşlanmam.”
"Bu çok büyük talihsizlik, çünkü birçoğunda sen varsın."
"Evet, ama ben hep kötü adam olarak gösterildim.” Boynunu dikleştirdi. "Sen bile beni kötü karakter yaptın."
Herkesin gözü önünde yaşayabiliyorsan , evinin duvarları seni çok kez gizlemiyor , aksine koruyorsa sadece, işte ancak o zaman kendini talihli say . Çünkü daha emin yaşamak için değil, herkesin gözlerinden uzak suç işlemek için bu duvarlarla çevrildiğimiz kanısı var içimizde . Sana bir şey söyleyeyim de , bundan ahlakımızın ne olduğunu sen anla : Kapısı ardına kadar açık yaşayan insanı bulman zor olacak . Kapılara bekçileri diken kibrimiz değil , endişeli vicdanımızdır . Öyle bir yaşam sürüyoruz ki , ansızın evin içine bakıverseler , suçüstü yakalanacağız gibi geliyor. Gizlenmek , insanların gözünden kulağından kaçınmak neye yarar? Rahat bir vicdan , milleti toplar başına ; vicdanı rahat olmayan , ıssız yerlerde bile endişeli , kuşkuludur . Yaptığın işler şerefliyse , varsın herkes bilsin , ne çıkar ? Yok, yüz kızartıcı iseler , kimse bilmemiş neye yarar , değil mi sen biliyorsun! Bu tanığı hor görüyorsan yazık sana !!
Şu sıralar odaklanma problemi yaşadığım için kendimi vererek okuyamadım. Kitabın orta kısımları biraz sıkıcıydı. Odaklanabilseydim eminim ki 7 puan verirdim. Betimlemeler ve cümlelerin kalitesi harikaydı. Hugo’nun sanki yaşamışçasına böyle bir olayı kahraman bakış açısıyla aktarabilmesi takdir edilesi. Kitapta etkilendiğim olaylar ve cümleler oldu. Önsözü okumaya fırsat bulamadım ne yazık ki ama fırsat bulduğumda okuyacağım.
İnsanlar yavaş yavaş inanmamayı, güvenmemeyi, sevmemeyi ve kronik şüpheci olmayı öğrenir. Bu gerçekleştiğinde artık ne yazık ki çok geçtir. İnsanların "Tecrübe” dediği şey budur. Kalbiyle bağlantısını kaybetmiş bir insana "Tecrübeli" denir.