Hikayemiz 19. yüzyılda İstanbul Eminönü'nde geçer. Yıl 1895 , Yemiş İskelesi'ndeki balıkçı kahvesine giren bir Osmanlı zabiti (subayı) , kahveci Yusuf'a 'Bre Yusuf ! Herkese benden okkalı bir kahve ama şurada oturan Rum palikaryasına yok. Ona, kahve haramdır 'diye seslenir. Kahveci Yusuf küçük bir baş hareketiyle
Eğer istersen gel asr-ı saadete, Ceziretü'l-Arab'a gidelim. Hayalen olsun o zâtı vazife başında görüp ziyaret edelim. İşte bak: Hüsn-ü sîret ve cemal-i suret ile mümtaz bir zâtı görüyoruz ki; elinde mu'ciznüma bir kitab tutmuş, lisanında hakaikaşina bir hitab ile bütün benî-Âdeme, belki cin ve ins ve meleğe, belki bütün mevcudata karşı bir hutbe-i ezeliyeyi tebliğ ediyor. Sırr-ı hilkat-i âlemin muamma-yı acibanesini hall ve şerh edip, sırr-ı hikmet-i kâinatın tılsım-ı muğlakını feth ve keşfediyor. Bütün mevcudattan sorulan ve bütün ukûlü hayret içinde meşgul eden şu üç müşkil ve müdhiş sual-i azîme ki: "Necisin, ne yerden geliyorsun ve ne yere gidiyorsun?" suallerine, mukni' ve makbul cevab-ı savab veriyor.
Ölüm, senin kapı ardına astığın hırkan değil ki, canın istediğinde alıp giyesin.
Ey ölümü öldüren Adem! Sen necisin?
Unutma bir damla sudan gelme, sonra bir avuç topraktan da fazlası değilsin.