Din dâvâsı öyle büyük bir ulviyet arzediyor ki, ona muhalif olan her dâvâ ilk anda reddedilir, "Müslümanım; müslümanlık çapında hiçbir kıymet ve haysiyet ölçüsü tanımıyorum.".
Kendi içimizde duygularımızın, dürtülerimizin veya isteklerimizin olabileceği alanlara ihtiyacımız vardır. Kendimizi baskı altına almadan öz-denetime sahip olmamız gerekir.
Kendi kendimize hayır diyebilmemiz gerekir. Bu hem yıkıcı isteklerimizi, hem de zaman zaman yerine getirilmesi akıllıca olmayacak iyi isteklerimize hayır demeyi içerir. İçsel yapı, sınırların ve kimliğin olduğu kadar, sahip olmanın, sorumluluğun ve öz denetimin de çok önemli bir bileşenidir.
Kelimeleriniz aynı zamanda, düşüncelerinizi, duygularınızı veya beğenmediğiniz şeyleri anlatırken başkaları için mülkünüzü tanımlar. Mülkünüzü tanımlayan kelimeler kullanmadığınızda insanların nerede duracaklarını bilmeleri zorlaşır. Kelimeleriniz aracılığıyla, insanlara nerede durduğunuzu anlatır ve bu sayede onların sizi tanımaları için "kenarlarınızı" görmelerini sağlarsınız. "Bana bağırman hoşuma gitmiyor!" cümlesi, sizin ilişkilerinizi nasıl yönettiğiniz hakkında insanlara bir fikir verirken, "bahçenizin" kurallarını da öğrenmelerini sağlar.
Sınırları zayıf olan insanlar, kontrol edilmeye, baskıya, taleplere ve bazen de başkalarının gerçek ihtiyaçlarına hayır demekte güçlük çekerler. Birisine hayır derlerse, o kişiyle olan ilişkilerini tehlikeye atacaklarını düşünür ve bu yüzden isteneni yaparlar, bir yandan da içten içe öfkelenirler. Baskı bazen sizden bir şey yapmanızı isteyen birinden gelirken, bazen de içinizden bir ses o şeyi yapmanız "gerektiğini" söyleyerek sizi baskı altına alır. Dışarıdan ya da içinizden gelen bu baskılara hayır diyemezseniz, kendi mülkünüzü kontrol edebildiğiniz hissini kaybeder ve "öz denetim"in getirdiği sonuçlardan faydalanamazsınız.
Sınırlar, sahip olduğumuz mülkümüzü tanımlayarak onunla ilgilenebilmemizi sağlar. "Kalbimizi özenle korumamıza" yardımcı olur. Bizleri besleyecek olanları çitlerimizin içinde, zarar verecek olanları ise dışında tutmamız gerekmektedir.
O ve ben, ruh ve beden ihtilali içinde
Derdimize aşina yıldızlara bakarız
Yine de dağlar kadar itinalı biçimde
Derde şifa oluruz, misk ü amber kokarız
Yıllarca oyalandı ömrümüz uykularda
O ve ben ne acıyız ne ihtiras ne ölüm
O ve ben ne korkuyuz ne ihanet ne zulüm
Aynı kayıp adresi arıyoruz sularda
Sonsuzluğa müptela çizgide, aslında biz
Doğu ufuklarının çırpınan yerleriyiz
Anneleri umutlu kılmak için yeniden
O nur taşır içinde; ben aydınlık bir filiz
O ve ben yeryüzünde su ve toprak gibiyiz
Halimiz biraz Mecnun, biraz Leyla sayılır
İkimiz de içinde daha mahzun ve güzel
İkimiz de dışında daha dalgın ve ürkek
Göğsümüzden hindiba kokuları yayılır
Akıl, Hz. Âdem'e secde etmedeki ilâhî hikmetin sebebini anlamadı. Allah'ın buyruğuna karşı çıktı ve böylece ilk isyân meydana geldi. Allah Teâlâ da isyân etmesi yüzünden akla haddini bildirdi, ilk cezâyı verdi ve onu mâhiyetini kavrayamadığı işlere, meselâ Allah Teâlâ'nın zâtı, ruh, cennet, cehennem gibi gayba dâir konulara dalmaktan menetti. Böylece akıl, istediği her şeye akıl erdiremez oldu. Dizginleri serbest bırakılsaydı, belki de aczini ve noksanlığını fark etmeyecek, birçok konuda Cenâb-ı Hakk'ın işine karışacaktı.
Yani insan hak dîne sarıldıkça; bulunduğu vaziyet ve şartlar ne kadar ağır ve zor olursa olsun, dâimâ huzurun bağrında ve mânen ferah olmaktadır. Lâkin hak dinden ve yüce ahlâktan uzaklaştıkça da tam tersine, her türlü kasvetlerin kıskacında boğulup gitmektedir.
İslâm bir ideoloji değildir. Lâkin bütün ideolojilerin üstünde; hakikî, mükemmel, fert ve topluma iki dünya saâdeti bahşeden bir dünya görüşüne sahiptir.
Fakat selîm bir vicdan kabul eder ki, hanımların en asil mesleği anneliktir. Kudsî aile müessesinin tâcı olmaktır. Muvaffak şahsiyetlerin arkasında mutlaka sâliha bir anne vardır.
Sevgili Dost,
"Kalpler ancak Allah'ı anarak huzur bulur," ayetini biraz daha dikkatli okuyacak olsak, basınç odasının yerini göreceğiz. Evet, bu ayet, adına "stres" denen çağdaş basıncı düşürecek ilahi bir odaya, Kur'ân'a çağırıyor bizi.