İncelikle lutfeden: El Latif
Gazali'nin dediği gibi bu ismin tecellisiyle ahlakını donatanlar iyilik yaparken hissettirmeden, onur kırmadan ve gönül incitmeden yaparlar. Allah'ın kullarına müşfik davranır, insanları Allah yoluna davet ederken nezaket ve yumuşaklıkla hareket ederler.
Salt duygularıyla hareket edip sevdiği şeyi başkalarının da sevmesine ve sadece kendi düşünme biçimine göre yaşanmasına çalışan insan salt dürtülerine göre hareket eder ve bu yüzden özellikle kendisininkinden farklı tercihleri olan ve başkalarının kendi düşünme biçimlerine göre yaşamasını isteyip benzer bir dürtüyle çaba sarf eden insanların nefretini kazanır. Ayrıca insanların salt duygularından hareketle istedikleri en üstün iyi genellikle sadece tek bir insanın sahip olabileceği bir iyi olduğundan, bu tür bir iyiyi sevenler bu sevgilerinde tutarlı olamazlar; sevdikleri şeye övgüler yağdırmaktan haz alsalar bile bir yandan da kendilerine inanılmasından korkarlar. Ama başkalarına dürtüleriyle değil de aklıyla kılavuz olmaya çabalayan insan nezaket ve yüce gönüllükle hareket eden, düşüncesinde de son derece tutarlı olan bir insandır
Bu kitabı okumadan önce gerçekten de bir erkeğin güzelliğinin zekasından ibaret olduğunu düşünüyordum. Kitabı okuduktan sonra anladım ki; karakter, nezaket, iyi niyet olmadıktan sonra zeka pek işe yaramıyor.. bu yüzden bir erkeği zekasına göre seçmek pek de doğru değil gibi.
''İnsanlarla ilişkilerinde ziyadesiyle nezaket ve dikkat gösterirken yenilmemek, tecrübeyle bilgeleşmek, eylemde serinkanlı olmak zihnin kabiliyetidir.''
Empatinin yaşamsal bileşenleri, başka bir insanın bakış açısını görmek ve anlamak için samimi bir isteğin yanısıra; nezaket, alçakgönüllülük, dikkate alma sevginin kendisidir.
Bir arada yaşamak için uyulması gereken nezaket ve görgü kuralları. Dilimize Arapçadan geçmiştir. Edep kelimesinin çoğulu olan adap kelimesiyle, birlikte güzel yaşamak manasındaki muaşeret kelimesinin birleşiminden oluşmuştur.
Sayfa 180 - Can Yayınları / 4· Basım: Şubat 2016, İstanbulKitabı okuyor
Galiba beni çocuk, hatta dünyada en basit şeylere aklı ermeyen bir bebek sanıyordu. Mesela, onunla bazen bilim ve kitap dışı bir konu üzerine konuştuğumuz vakit, sorularımı çok kısa cümlelerle, belli ki, sırf nezaket icabı cevaplandırırdı. Birçok defa kendi kendime sorardım: Benden istediği bu karmaşık bilgileri ne yapacak bu adam? Hatta sohbetlerimiz sırasında onu göz ucuyla süzerdim: Sakın benimle alay etmiş olmasın? Ama hayır, ciddi ve dikkatle dinlerdi; gerçi bazen pek de dikkatli olmazdı ve bu durum beni kızdırırdı. Sorularını doğruca, açıkça sorar, ama verdiğim karşılıklara pek şaşmaz, hatta bazen kayıtsızlıkla karşılardı… Sanki hakkımda uzun boylu kafasını yormadan şöyle bir yargıya varmıştı: Benimle başka insanlarla olduğu gibi konuşulmazdı ve kitaplardan başka konulardan anlamadığıma, anlayacak yetenekte olmadığıma göre, beni boşu boşuna böyle konularla yormamalıydı.