En son duyma yetisini kaybedermiş insan ölürken… Etrafta bağrışanları duyar gibiydi. Hakan çok kan kokusu duymuştu, ama bu sefer başkaydı. Kendi kanının kokusuydu içine dolan…
Çok şey anlatıldı yaşananlar için. Çok şey söylendi akan kan için. Herkes yaşananların sebebini bildiğini zannetse de, kimse görmedi ihaneti. Hiç bilinmeyenlerin adıydı ihanet ve daha önce anlatılmamış, kimsenin bilmediği yarım kalan bir hikayeydi.
“İnsan kendi eksikliğine katlanmak zorundadır, her an için; oysa iki kişilik eksikliğe katlanmak zorunda değildir. Gözler, yuvalarından çıkarıp atmak için yok mudur, ve kalp de aynı şekilde. Yine de durum o kadar kötü değil, abartı ve yalan bu, her şey abartı, yalnızca özlem gerçek, o abartılamaz. Fakat özlemin gerçekliği bile o kadar da onun kendi gerçekliği sayılmaz; daha ziyade, geri kalan her şeyin yalan oluşunun ifadesidir. Kulağa saçma geliyor ama öyle. Belki en çok seni sevdiğimi söylediğimde de söz konusu olan gerçekten sevgi değil; sevgi, senin içimde çevirip durduğun bıçak olman.”
“-Onu sevmediğinizden emin misiniz?
-Sevgi değil bu.
-Ama belki de siz başka türlü sevemiyorsunuz.
-Belki ama bu bir şeyi değiştirmez. Onun sevgi dediği bu değil.”
Bir sema meclisinde sarhoş bir Hristiyan yalpalayarak Mevlana'ya çarpıyor ve sürekli onu rahatsız ediyordu. Engellemeye kalktılar. Dedi ki: "Dokunmayın ona. Şarabı o içmiş, sarhoşluğu sizler yapıyorsunuz."