Hey gözünü sevduğumun toprağı! Şu toprağı görey misunuz, uşaklar, şu toprağı? İşte, insanoğlinin umudu budur, insan bu topraktan halk edilir, bu topraktan beslenir, yine bu toprağa döner. Ne insan umutları, yemiş olmadan şu kara toprağa gömülmüştür.
İşte Devlet-i Aliye'yi ekonomik olarak İngiltere ve Fransa'nın çok gerisinde bırakan gerçek budur: Afrika'dan Londra'ya ve Paris'e taşınan altın ve gümüş madeni.
"Beg, onin adi Öksüz değeldir gayrı. Ona isim dakdıh, musadenle."
"Çok iyi ettin.Ne koydun adını?"(diye sordu Vali)
"Ona senün adıni koymişem beg, senün gibi has adam ossun deyi."
Kadınlara özgü tutarsızlık içindeydi karısı. Hem artık onu sevmediğini ayrılmanın şart olduğunu söylüyor, hem de kocasının gidişine mani olmak istiyordu. Onu terk eden birisine yalvaramayacak kadar onurluydu mühendis.
'Her insan zaman içinde, diğerinin gözünde gizini kaybeder, evlilikler de öyledir' diyebilmişti mühendis.
-O halde evlilik bana göre değil, ben tek başıma yaşamalıyım.
Bu saatte tüm mahlukat uyurken, onun da uyuyor olması gerekmez mi? Acayip adam! Kimselere benzemeyen adam, vesselam! Bunca yıldır odacıydı bu kapıda, böyle uykusuzunu hiç görmemişti vali kısmının. Depremde de böyleydi bu, ne uyumuş ne uyutmuştu.
Bu(Şeyh Sait İsyanı) Kurtuluş Savaşı gibi dış düşmana karşı verilen bir savaş değildi, iki ayrı dünya görüşünün çatışmasıydı. Ya laik ve çağdaş bir ulus olacaktık ya da din ve gelenek arasına sıkışmış bir İslami toplum.
Devlet adamlığı, çağla birlikte değişebilmek, zamanın şartlarına uyabilmektir. Hızla akan zamana göre değişmesini beceremezsen hiçbir çözüm üretemezsin.