Mutluydum; biliyordum bunu. Bir mutluluğu yaşarken onu kavramamız zordur; ancak o geçip de baktığımız zaman, birdenbire biraz da hayranlıkla, ne kadar mutlu olduğumuzu anlarız.
Bilmiyordum. Neyin yıkılacağını iyi bilmekteydim ama, yıkıntılar üzerine neyin sıvanacağını bilmiyordum. "Bunu hiç kimse kesin olarak bilemez," diye düşünmekteydim, eski olan şey ele avuca sığar, sağlamdır, her an onu yaşar ve onunla savaşabiliriz. Gelecekteki şey daha doğmamıştır, tutulmaz haldedir, kaypaktır, düşlerin yaratıldığı malzemeden yapılmıştır, güçlü rüzgârların (aşk, olağanüstülük, talih ve Tanrı) çarptığı bir buluttur, seyrekleşir, sıklaşır, biçim değiştirir.
Dünyaya özgürlüğün gelmesi için bu kadar cinayetler ve alçaklıklar mi gerekli yani? Çünkü, oturup sana işlediğimiz cinayetler- de yaptığımız alçaklıkları saysam tüylerin ürperir. Fakat sonuç ne oldu? Özgürlük! Tanrı yıldırımını atıp bizi yakacağına özgürlüğü veriyor? Hiçbir şey anlamıyorum!."
Heyt bee!..
İnsanlar ne hale girdi... Tuuh, kahrolasıcalar! Vücutlarını bırakıp körelttiler ve yalnızca ağızlarıyla konuşuyorlar. Ama, ne söylesin ağız?
Ağız ne söyleyebilir?