Yaşam, insanlar öyle her istediklerini elde edemedi diye değil, arzuları kendilerine hasar vermeye başladığında, istedikleri şey katlanılmaz kayıplara gebe olduğunda trajik bir hal alır.
“Peşine düştüğümüz hedefler hep bir parça sislerle örtülüdür. Evliliği özleyen genç kız bilmediği bir şeyi özler. Ün peşinde koşan gencin ün denen şey hakkında en ufak bir bilgisi yoktur. Attığımız her adıma anlamını veren şey o adım hakkında hiçbir şey bilmememiz gerçeğidir.”
Denemeler’in çok eski, kısaltılmış bir baskısı var kitaplığımda; ondan okudum Montaigne’in pür mantık ve erdem barındıran düşüncelerini. Öyle çok beğendim ki, başucu kitabım haline geldi ve muhakkak ciltli tam metnine de sahip olmalıyım deyip arayışa girdikten sonra, hiç de zor olmadı hayal kırıklığı yaratan o manzarayla karşılaşmam:
“Yüklerin en ağırı ezer bizi, onun altında çökeriz, bizi yere yapıştırır bu ağırlık. Öte yandan her çağda yazılmış aşk şiirlerinde, kadın erkeğin bedeninin ağırlığı altında ezilmeyi özler. O halde yüklerin en ağırı aynı zamanda yaşamın sağladığı en şiddetli doyumun da imgesidir. Yük ne kadar ağır olursa, yaşamlarımız o denli yaklaşır yeryüzüne, daha gerçek daha içten olur.”
“Evlerinde, iş yerlerinde şarj edilebilir iyon bataryalı cihazlarını kullanarak oturan büyük çoğunluk açısından görünmez olan, ‘toplumsal hayatın perde arkasında’ kalan bir ‘rahatsız edici görüntü’ idi izlediğim. -Videoda; çamurlu, yağmura doymuş bir tarlada dikilen bir Kongo askerinin, ayaklarının dibinde üstü çıplak, elleri arkadan bağlanmış, iş pantolonu su ve çamur içinde kalmış bir madenciyi acımasızca kırbaçlayışı, bir maden yetkilisinin ise askere devam etmesi yönünde emir verdiği görülüyordu.- Kırbacını indirip kaldıran asker ve onu kayıtsızca izleyen maden görevlisi sömürge rejiminin temsilcileri değildi. Biz geriye kalanlar için birtakım pis işleri yürüten küresel kapitalizmin aktörleriydi.”