Nurcihan

Nurcihan
@nur_yldrm
İstanbul
36 reader point
Joined on November 2018
Annemle babam bana nasıl davrandıysa dünya da bana öyle davrandı. Çünkü annemle babam bana nasıl davrandıysa dünyanın da bana öyle davranmasına izin verdim. Ama sonra, sonra farkedince bu gerçeği, işte o zaman değişti her şey. Kendime annemle babamın bana davrandığı gibi davranmamaya karar verince.
Reklam
Bizim için neyin faydalı, neyin komik, neyin iyi, neyin doğru olduğuna başkaları bizim adımıza karar verebiliyorsa, biz bu işin neresindeyiz?
Amerikalı feminist Gloria Steinem'ın 1980'li yılların başında mizahla karışık yazdığı gibi, bunu kadınlar değil de erkekler yaşasaydı; "âdet imrenilecek, gurur duyulan eril bir durum hâline gelirdi. Âdetlerinin uzunluğu ve akıntılarıyla gururlanırlardı. Erkek çocukları ilk adetlerini, yiğitliğin uzun süredir beklenen bu simgesini, dini kutlamalar ve kesin surette eril törenlerle tarihe kaydederlerdi. Meclis, aybaşı ağrısıyla savaşmak için Ulusal Dismenore (âdet sancısı) Enstitüsü kurardı ve devlet ücretsiz sağlıklı koruma ürünleri için kaynak sağlardı.

Reader Follow Recommendations

See All
Kadınlar âdet gördüğü için, âdet tabunun öznesi olduğu için, kadınlar hiçbir erkeğin asla karşılaşmayacağı türde bir baskıya maruz kalıyorlar. Âdet kanı tabu olduğu için kadınlar binlerce yıldır çare bulunmaksızın acı çekiyorlar. Âdet kanı tabu olduğu için denize girmeleri, avlanmaları, seçmeleri veya seçilmeleri, topluluk önünde konuşmaları veya politik ya da dini sorumluluklar yüklenmeleri uzun süre yasaklandı. Yine âdet kanı tabu olduğu için kadınlara bugün zehirli parfüm ve diyoksine bulanmış tampon ve pedler satılıyor. Menstrüasyona bağlı rahatsızlıklar konusunda tatmin edici tıbbi bir karşılık verilmeksizin, "yine ne var, aksiliğin üstünde, aybaşın mı?" Denilerek kadınların sözü hükümsüz kılınıyor.
Âdet, bugün hala kadınların en yoksulundan en zenginine, en cahilinden en bilgesine, tamponu birbirimize Hz. İsa'nın kadın olduğunu ortaya çıkaracak bir kutsal kitap veya tüm dünyada insanları obez yapan şu kolanın gizli formülüymüşçesine verdiğimizden, varlığından komplocu havalarda, alçak sesle bahsedilen şeylerin enler listesinde 1 numaralı tabu olarak kalmaya devam ediyor.
Reklam
Kendimi feda ederek öldüm. Bir otel odasında, bir bodrumda, bir uçakta ve daha türlü mekanlarda. Kadın olmak kendini feda etmekle öyle iç içeydi ki, çoğunluk, kadının bu yaptığının kendini feda etmek olduğunu göremedi bile. Kadınlar da kızlarını feda etmenin onları feda etmek olduğunu göremediler. Bunca feda etmeden ve bunca feda edilmeden sonra şunu sormak isterim: Annem beni ne için feda etti? Annem, babam ve toplum, beni ne için feda etti? Beni tanımayan ve evliliğimin kısa sürdüğünü öğrenen insanlar, beni ne için feda edebiliyor hemen?
Ellerini beline koyuyor ve kahkahalar atarak şöyle diyordu: "Hadi git... Hadi git kolaysa bakalım, nasıl gideceksin? Hiçbir yere gidemezsin buradan, anladın mı, hiçbir yere! Hem, diyelim ki gittin... Gitsen ailen döve döve geri getirir seni be! Hasta olduğunu bildikleri halde kakaladılar seni bana. Hadi git bakalım, kapı orada. Hele bir git, neler anlatırım senin hakkında! Senin gibi her gün ağlayan hasta bir insana mı inanacaklar, bana mı? Sana inanacaklarını mı sanıyorsun sen?" Ailemin beni döve döve geri getireceği iddiası bende buz etkisi yapıyordu. Çünkü bir şekilde doğru olduğunu hissediyordum bu sözün. Son aylarda yaşadıklarım bana bunu göstermişti. Şu anda buradaysam, nedeni bu sözün az veya çok doğru olmasıydı. Bu adam bana bu şekilde davranıyorsa, nedeni bu sözün az veya çok doğru olmasıydı.
Aile açısından kimilerinin şanslı, kimilerinin şanssız olduğu söylemini kabul etmiyoruz. Bir insanın hayatı şansa bırakılamaz. Bir insanın hayatı ona bakım verenlerin insafına bırakılamaz. "Şanssız" diye nitelendirdiğimiz çocuklar şanssız değiller, istismarına ses çıkarmadığımız çocuklar onlar. O istismar, bizim. "Şanssızlık” diye nitelediğimiz her istismarın failiyiz. "Evlilik bir kumardır," dediler; “Kimi kazanır, kimi kaybeder..." "Evlilik bitmemeli." de dedi, bunu diyenler. Çoğunluğun yanlış'a "doğru” dediği bir yerde, doğru olan yanlışmış gibi görünür. Ama tüm dünya birleşip bir yanlış'a "doğru” dese de, o yanlış, yine yanlış, yine yanlış. İçinizdeki ses yanlışın yanlış olduğunu biliyor. İçinizdeki ses yanlışın yanlış olduğunu biliyor. İçinizdeki ses...
Içinizdeki çocuğun sizden başka hiç kimsesi yok. Anladınız mı, hiç kimsesi! Siz onu korumazsanız, hiç kimse korumaz o çocuğu sizin yerinize. Siz hayatınıza sahip çıkmazsanız, hiç kimse "Hayatını heba ettin. Teşekkür ederim," demez. "Vaktini heba ettin. Teşekkür ederiz," demez. Hayatta olmanın en önemli sorumluluğu, o çocuğa karşı. O çocuğu korumakta.
Etrafıma baktım ve bizim için iyi olmayan şeyin bir başka- si için de iyi olmadığını gördüm. Bizim için iyi olmayan şeyin dünya için de iyi olmadığını. Hayvanları gıda gibi, gıda kaynağı gibi, ayakkabı gibi, ceket gibi görmem, ne benim için iyiydi ne hayvanlar ne de dünya için. Çocuğum için fedakarlık etmem ne benim için iyiydi ne çocuğum için ne de dünya için. Birimiz için iyi olan herkes için iyiydi; iyilik tekti. Hep birlikte iyi olabilirdik. Evet, hep birlikte iyi olabilirdik. Kucağımdaki masumdan başlıyordu iyilik. Onun iyiliği bizim kötülüğümüz demek değildi. Kerevizin mucizesine and olsun ki...
Reklam
Benim büyüdüğüm kültürde Allah'a saygı çok mühimdir. Kutsal mekanlara ayak uzatan Arapları saygısız bulur, kınarız. Başımızı önümüze eğeriz saygımızı göstermek için. Yüzleşmeyiz. Gözümüzü dikmeyiz. Başka insanların başka Tanrı'larıyla karşılaştıkça şaşırdığımı hatırlıyorum. On beş yıl kadar önce. Amerika'da, ünlü rahibe Mary ile vakit geçirdim biraz. Bir gece arabadan inmiş yürüyordu ve çamur sıçramıştı üzerine. Gözlerini yukarı kaldırdı. "Seni sevenlere bunu yapmak hoşuna gidiyor, değil mi!" diye çıkıştı. Bedeni varla yok arasıydı, yiyip içmezdi. Hep böyle azarlardı Tanrı'yı. O zamanlar bana tuhaf gelen bir teklifsizliği, senli benliliği vardı Tanrı'yla arasında. Nasıl oluyordu bu? İnsan hiç Tanrı'yı azarlar mıydı? Bu nasıl bir cüretti? Güzel bir cüret. Sonra anladım.
Çocuklar yahut yetişkinler birilerini incitiyorsa eğer, kendi var olma haklarını hissedemedikleri içindir. Var olma hakkını derinden duyan kişi, başkasının var olma hakkına saldırmaz. Kişinin o ya da bu şekilde var olma hakkı diğer bütün hakların ve her tür saygının başlangıcıdır. Kendi var olma hakkını savunamayan ve kendi var olma hakkına saygı duyamayan kişi, bir başkasının var olma hakkına saygı duyamaz.
Annelere ve babalara karşı değilim. Tersine. Kişilerin kendilerini feda etmelerine karşıyım. Kendisini bir şeyler için feda eden herkes, kendisini feda ettiği oranda, çocuklarını ve başkalarını feda eder çünkü. Ben bu döngüye karşıyım. Feda etme döngüsüne. Herkes kendi var olma hakkına sıkı sıkı tutunsun isterim.
Doğumun ne olduğunu çoğu kişi bilmiyor. Çünkü çocuğun ne olduğunu çoğu kişi bilmiyor. Annem, tanıdığım en fedakar insan. Doğduğum gece yaptığı şeyin kendisi adına bir fedakarlık olduğunu düşünüyor. Çektiği şeyleri sadece kendisinin çektiğini, çocuklarına hiçbir şey çektirmediğini düşünüyor. Doğurduğu şey bir kavun olsa haklı olabilirdi belki. Ama ben kavun degilim. Biz kavun degiliz.
Annem kendisini kollamaya çalışan hamile kadınlar için hep şöyle der: "Boşuna endişe ediyorlar. Ben hiç dikkat etmedim. düşerse de düşsün diye düşünerek. Hiçbir şey olmadı." Bu cümledeki "hiçbir şey olmamış" kişi benim. Annem bana çok kızınca, "Sen bana babanın kazıgısın." da der. Annemin karnında geçirdigim süreyi hatırlıyorum. Çok ama çok uzundu. Bu hayatta geçirdiğimiz süreden çok daha uzun. Davet edildigim için gelmiştim ama bana davet edildigimi hissettiren hiçbir emare bulamıyordum. Neler oluyordu? Anlayamıyordum, şaşkındım. Yine de büyüdüm. Hiç durmadan hem de.
133 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.