“Dostoyevski’nin yoksullarından ne kadar farklı Tolstoy’unkiler.
Dostoyevski’nin kendilerini hep başkalarıyla kıyaslayan, gözü yükseklerdeki yoksullarının, sonunda diz çökseler de Tanrı’nın adaletini sorgulamadan edemeyen kaybedenlerinin, yasaya meydan okuyan gururu incinmiş kent yoksullarının tersine Tolstoy’unkiler kötü koşullara şikâyet etmeden katlanır.
Varlıklılarda yoksullarda olmayan bir şey vardır, diyordur Dostoyevski kahramanı; bu onları daha güçlü, daha bağımsız, daha başına buyruk kılar. Ben oraya nasıl ulaşacağım? Başına buyruk, sıradışı bir hayat sürmek için ne yapmalıyım?
Tolstoy kahramanıysa tam tersini: Yoksullarda, varlıklılarda olmayan bir şey var. Ona nasıl ulaşacağım? Fazlalıklarımdan nasıl kurtulacak, kutsal sadeliğe nasıl ulaşacağım? Kendimi inançlı bir yoksula, ölümü sükûnetle kabul eden basit bir köylüye nasıl dönüştüreceğim?”
Bir zamanlar tesadüfen tanık olduğu bir cinayeti " güzel " olarak niteleyince Genet, karşısındaki soruyor: " peki siz, siz neden hiç cinayet islemediniz?"
Genet fazla düşünmeden cevaplıyor: " büyük ihtimalle" diyor, " büyük ihtimalle kitaplarımi yazmış olduğum icin."
"Yazı, kendini söyler, söylemediğini yok eder." Böyle diyordu Karasu, bir denemesinde: "Bir de, ara bir yol olarak, yok ettiklerinin bir bölüğünü sezdirebilir. Sezdirdikleri 'var' değildir ama 'yok' da değildir...''
sözcüklerin onarıcı gücüne inanmayanına dil "bir armağan değil de insanların bir kurnazlığıymış gibi" gelir. "Şimdi kim, neyi, nasıl onarabilir?" Konuşma arzusu yok değildir; ama ne olduğu tam kavranamayan bir şey "sözcükleri ağızdan çıkar çıkmaz yararsız, ölü, yabancı" kılıyordur: "Bu dil değil diyorsun, geveze bir dilsizlik."
"Bizde roman yok" ya da "bizde eleştiri yok" gibi bir cümleyle söylenmek istenen, aslında bizde özgün bir düşüncenin, özgün bir eleştirinin, özgün bir romanın ya da romanda özgün kahramanların olmadığıdır.