Malum, boş kâğıda adını yazsa okunacak yazarlardandır Marquez. Şimdi onu uzun uzun anlatıp hatırasına hürmetsizlik etmek istemem.
Bu kitapta olaylar, Marquez'e aşina kimselerin hemen tahmin edebilecekleri gibi, nemli, sıcak bir Karayip kasabasında geçer. Ellisini aşmış emekli bir albay, astım hastası karısı, horoz dövüşçülüğü yaparken öldürülmüş bir oğulun gölgesi, albay tarafından dövüşlere hazırlanan bir horoz, yıllardır beklenen ama gelmeyen -belki de gelmeyeceği bilinen ama yine de bir umut beklenen- emeklilik mektubu, parasızlık, sefalet, açlık, tüm bu olumsuzluklara rağmen tonlarca umut, yüreğinizi yakacak kadar çok umutsuzluk, bir o kadar hayal kırıklığı var bu öyküde. Zaten Üstat Marquez'den daha aşağısı beklenmez.
Bir çırpıda okunacak bir yapıt. (Zaten bir kitap bir çırpıda okunmuyorsa ihtimal bir sorun vardır, ya okuyanda ya okunanda.)
Sinema filmi de varmış. İzlemedim. Ama muhtemelen Nuri Bilge Ceylan tarzında bir film olmuştur diye tahmin ediyorum.
İtiraf edeyim, albayın karısı kitap boyunca beni fıtık etti. Neyse ki albay kitabın sonunda gereğini yaptı
"İnsanlık bir bedel ödemeden ilerleyemiyor.”
“Böyledir işte, insanın nankörlüğü sınır tanımaz.”
“- Umut karın doyurmaz.
- Karın doyurmaz ama insanı ayakta tutar”
“Yoksulluk, şekerin en iyi ilacıdır.”