Bir zamanlar Kayseri'ye bir Yahudi gelmiş. Adı da Moiz imiş. Ticaret yapmak için çarşıda bir dükkan tutmuş. Komşularına sormuş; “Bu çarşıda en çok kimden çekinmeliyim?” diye. Tüccarlardan biri, bir kaç dükkan ötesini göstererek; “Bak, orada bir İhsan Ağa var, ona git. Lakin onun yanına desturla yanaş" demiş. Moiz, İhsan
Evin yolunu bulamıyorum. Bütün evler ve yollar sarhoş, sallana sallana yer değiştiriyorlar sürekli. Şu yola neden bir kapı yapmamışlar kaybolanların açıp çıkabilecekleri. Refik abi de kahveyi bana bırakıp gitti ben de göndermiş olabilirim git çocuklarınla vakit geçir diye. Belki böyle bir konuşma hiç geçmedi de kafamdan uyduruyorum şu anda buna
Reklam
Evrende nokta kadar değilken hiçbir yere sığamamak, nasıl dar geliyor her şey. Her şey o kadar 'en' derine 'kazılmış' ki enkaz olmuşum.. Ama düşününce her şey ruhumdan akıp geliyor. Ruhum acı çekiyor, bedenim değil. Bedenim ruhuma dar geliyor Ruhumun acısı bedenime yaralar hastalıklar acılar ve ağrılarla yansıyor.. Aklımı yitirmeme ramak kalmış gibi hissediyorum daha doğrusu aklımın olup olmadığından ve bi o kadar da farkında olmaktan da ruhum sızlıyor.. derin bir acı ve elem duyuyorum. Bu nasıl bir varoluş sancısı? Cevap bulamıyorum. Hiçbir şey başı boş yaratılmamışken her şeyin bir amacı varsa benim bu sancılarımın da bir amacı olmalı..Bu kendimi bulma sancısı mı? Nerden geldiğimizi unuttuk biz. Nereye gideceğimizi bu yüzden bilmiyoruz. İnsanların arasında dolaşan ceset gibiyim. Mecalim yok kendimi taşımaya.. Yemin ediyorum kılımı kıpırdatacak gücüm yok ama nasıl dolanıyorum ortalıkta bilmiyorum. "Bu yükle öleceksin dedim hamala. Ölüm kolay, sen umuttan haber ver dedi. Umut varsa dünyayı vur sırtıma." Demiş. hamal misali işte ama ben umudumu da kaybediyorum yaşama dair... Takatim yok. Düşüncelerim bir kıymık gibi batıyor beynime o kadar acıtıyor ki canımı. Düşünmemeyi isterken bile batıyor bana. Her gün ölüp tekrar dirilmek ne demek ezbere biliyorum bizzat kanlı canlı örneğiyim. Her gece kendimi astığım ip sabah beni hayata bağlıyor...
Çok mutluydu kadın. Dünyanın nasıl bir yer olduğu konusunda hiçbir fikri yoktu. Sadece iyi düşünen, güzel bakan çocuksu bir yanı vardı. Yirmi yaşına kadar her şeyden bihaber olarak yaşadı. İçinde hep saf duygular besliyor, dışarda çocukların oyunlarına katılıyor ve hep şarkı söyleyerek danslar ediyordu. Sonra.. Sonra aşık oldu. Saftı. Bihaberdi
'Topluma kazandırılma süreci sancısı mı yani? Varsayım dedim ama mantıklı geldi. Acaba dışardan İstediğim objektif bakışlı kişi 'ben' miyim? Peki gerçekten topluma kazandırılmalı mi bu kişilik? Bu, kişinin hayattan ne istediğiyle yakından ilişkili. Kişi toplumu istiyor olabilir ama toplumu tanıyor mu, hasretini çektiği özendiğin sosyallik gerçekten tatmin edecek mi onu? İçine girmeden, tecrübe etmeden bilemeyeceği kesin. Zaten çıkarları bitince yanımdan gidecekler Korkusuyla yanına kimseyi almamak daha saçma geliyor. Saçmalığını yalnızlığın oluşturduğu, suni dışlanmışlık . Bunu da hayatın bir parçası kabul edersek, yaşanmadan atlanmış beş altı basamak demek. . Ve bu basamakları doldurman gerekecek. Hayat seni bu basamaklardan yürütmeden geçirmeyeceğine göre; bir elinden hayaller bir elinden hülyalar tutup ' hoppaaa' demeyeceğine göre O basamakları yaşa, kafa ütüleme. Ne gerekiyorsa yap. Basamakları önceden örmen gerekse bile. Ya da basamakları gerektiği gibi çıkamıyorsun diye aradığın sebeplerde oyalanıp hayatı kaçırma. Ya da kaçır. Bu tehdit değil istediğin objektif bakışın yorumu.'
Reşit Oldum Hürriyet Anlayışı (Uyku kaçınca)
REŞİT OLDUM HÜRRİYET ANLAYIŞI MASAYA KONMALI Ülkemiz de malumu olduğu üzere reşitlik yaşı anayasada 18 olarak belirlenmiştir. Bu reşitlik meselesi de ez cümle; şuurlu bir şekilde yaptığı veya yapmadığı şeylerden mesul olma durumu olarak açıklanabilir. İslam dininde ise bu buluğ çağı olarak tanımlanır. Bu açıklamalardan sonra konuyu daha
Reklam
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.