"İlkbahar gibi bir mevsimi olan bu dünya, üzerinde yaşamaya değer... Ne olursa olsun"
Sahi nolursa olsun bu dünya yaşanmaya değer mi?
Evet bence değer. Ama gerçek manada yaşamak. Bir yerlerde kaybolup gitmek ya da kendimizi bir yerlere kapatmak yaşamaya değmez bu yaşamak değildir. Baharı karşılayıp doğayı duymak, hissetmektir yaşamak. Allah'a gitmektir, insanların içine karismaktır...
İçimizdeki şeytan dediğimiz şey ne şeytan bir şeyi bir kere söyler onu yapıp yapmaman bize kalır ama biz onun söylediğine kitlenirsek bu sefer nefis bunu tekrarlamaya başlar ve bir bakarız ki kaçtığımız şeyin içine düşmüşüz. Çok üzücü ama bir günah çok ileri gidilmedikçe yaşamak iyidir.
Neden derseniz;çünkü daha büyük günahlardan kaçmamıza yardım edecektir. Tıpkı Ömer'in bulunduğu durum gibi küçük hatalarından kaçıp son noktayı gelmeseydi geleceğine farklı bakabilir miydi? Kendini bunca zaman istaf ettiğini idrak edebilir miydi? Zannetmem hep vazgeçeceğini söyleyip hep aynı noktaya geliyordu o son olay onun küçük günahlarının büyük mukafatı oldu.
Son olarak şunu söyleyebilirim; Macide ve Ömer içlerinde ki sesi susturmayı değil de ortamı değiştirmeyi tercih etmiş olaydılar yine bir şeyler farklı olur muydu?
İçimizdeki şeytan nefis her ne dersek biz nereye gidersek orada olacak ve biz değişmedikçe onlar da değişmeyecek. Kaçmak geride bırakmak değildir. Kaçmak sorunun büyümesini görmezden gelip içinde kaybolmaktır...
İçimizdeki ŞeytanSabahattin Ali · Yapı Kredi Yayınları · 2019172,2bin okunma
Gerçeği hiç fark etmemiş olmayı yeğlerdim. Hiç olmazsa uykum kaçmaz, iştahım kesilmezdi o zaman. Bu yeni bilgiyi kafamdan atmanın bir yolu var mıydı? Ne de olsa yalnızca acı gibi bir şeydi; başıma bıçak ucu gibi keskin, saplanmıştı. Aslında bıçak bile değildi, iki sözcüktü yalnızca, ellerimle kulaklarımı kapayıp defedemeden önce beynime ok gibi saplanan bir ibare. Beynimdeki bir kurşunu çıkarır ya da bir uru çıkarıp atarcasına onu kafamdan çıkarabilecek bir şey yok muydu?
Üzgün müydüm? Bunu uzun zamandır ilk kez düşünüyordum. Özlemiş miydim onu? Onu ara sıra herkesten gizli özlediğimi biliyordum. Ama özlediğim o muydu, onun yanındaki kendim miydi, yoksa o eski güzel günler miydi, karar vermesi zordu.
Mutluluk böyle bir duygu muydu? Mutluluğun sınavını geçiyor muydum sonunda? Kendimi hiç bu kadar rahat ve güvende hissetmemiştim ya da belki çocukken hissetmiş olabilirim. Bilmiyorum. Kendimi bildim bileli hep bir korku ve kaygıyla yaşamıştım ben. Hep bir belirsizlikle... O güne kadar...
"ben kendi içimde bile onunla konuşamıyordum, ben kendi içimde bile onun yüzüne bakamıyordum ama ben en çok kendime kendi içimde onu yaşıyordum. o kendi içinde benimle ne konuşuyordu? yüzüme bakınca hâlâ görüyor muydu? ben yaşıyordum, o yaşıyor muydu?"
Bu kitap günümüzde ya da yakın bir tarihte yazılmış olsa klasiklerden olur muydu?Asla.Mesele toplumsal sorunların tam göbeğindeyken ses çıkarabilmekte.1820li yılların sancılı Fransa’sında her baba yiğidin harcı değildi elbet bir idam mahkumunu yazmak ,yazmaktan öte onu anlayabilmek ve o mahkum olabilmek.İşte Victor Hugo bu yüzden Victor Hugo’dur.
Fakat insanoğlu satrancı yalnızca bir oyun olarak adlandırmakta aşağılayıcı bir kısıtlama yapmış olmuyor muydu? O aynı zamanda bir bilim, bir sanat değil mi?
Vuslat
"Tutunacak bir şeyler arıyorum. Tutunacak bir şey bulursam sanki tutunabilecekmişim gibi. Ellerim, kollarım, ayaklarım tutmuyor. Ölümden önceki an bu olsa gerek diyorum içimden. Bir ara öleceğim diye ümit edip sevindiğimi hatırlıyorum. Ama ölünmüyor. Ölenle ölünmüyor."
Doğuma daha zaman vardı ki oysaki. Zeynep'i de alıp