Temmuz 1979'da, Kabil iktidarı ele geçirmiş Afgan komünistlerin elindeyken ve gerek İslam gerek yerel gelenekler adına onlara karsı çıkmak için silahlı hareketler örgütlenmeye başlarken, Washington kod adı "Siklon" olan ve isyancıları etkin biçimde desteklemeyi amaçlayan gizli bir operasyonu yürürlüğe koymuştu. Bu karar alınmadan
Çırav’dan inen o dağ silsilesi de Çiyaye Lode’dir. Onun uzantısı biçiminde Dicle'ye kadar gidip sonu Çiyayê Mava karşısında biten şu silsile ise Çiyayê Reş'tir. Çiyayê Reş'in eteklerindeki bütün köyler de yakılıp yıkılmıştır. O köylerin bazılarında komando taburları duruyor. O köylerden biri de Şikeftîya'dır. Şu aşağıdaki platoyu görüyor musun? Oraya Banê Aziza diyorlar. Onun hemen arkasındaki derin vadidedir Şikeftîya. Basret ve Çırav'dan gelen dereler birleşip oradan geçer. Bir zamanlar o köyün bahçelerine girdiğinde, kendini cennete atılmış gibi hissederdin. Ne meyvesi var, ama ne meyve. Şimdi sadece asker yiyor o meyveleri.
Dağda beş yüz tane eşkıya vardı, eşkıya vardı da aldırmıyordu hükümet. Neden? O eşkiyalarda insanlık yoktu. Şimdi bir tek İnce Mehmet için bak bak, dağı taşı asker almış.
Fahreddin paşa, hicaz ve medine 'den istanbul'a taşıdığı paha biçilmez maddi ve manevi değeri olan hazine ve kutsal emanetleri orda bıraksaydı kendisine hiç kimse bir şey diyemezdi .
Çünkü 1917 yılında yoğun kuşatma altındaydı ve teslim olmak üzereydi. Ama ne yapmıştı o kahraman asker?
Bunları toplayıp, hilâfet makamının bulduğu istanbula göndermişti. Bunları bizim vatanımıza iletmişti yoksa biz şimdi kutsal emanetleri ve hazineleri ağzımızın suyu akarken amerika ve ingiliz müzelerinde seyretmekle yetinirdik. Yurtsever olmak budur işte
Hele insan unsuruna gelince, eşekle, kağnıyla, yahut da sırtlarında cephelere cephane taşıyan kadınlardan, dağdaki asker kaçağını cephelerde vatan kahramanı haline getiren teşkilatçı ve sabırlı adsızlara kadar, bütün bu binlerce ve binlerce gayretler, mihnetler ve sonu gelmez alın terleri ile gözyaşlarıdır ki, beş on bin derme çatma Harb-ı Umumî artığı insandan, 200.000 kişilik silahlı, 2982 makineli tüfek ve 442 topluk muzaffer orduya ulaşan çetin ve kanlı yolun kaldırım taşlarını döşemiştir. Şimdi biz geriye baktığımız zaman bu yolun izleri belki pek göze batmaz. Ama bizim bugün bulunduğumuz noktaya, Mustafa Kemal’in nesli, işte o taşların her birine kendi kanlarından, kendi gözyaşlarından ve alın terlerinden bir şey bırakmışlar, bir şey katmışlardır…
Kâzım Karabekir Paşa, ana babaları Erzurum ve Erzincan bölgelerinde öldürülen iki bin kadar yetim Türk çocuğunu evlat edinmişti. Bunlar, dört ile on dört arasında çocuklardı. Üzerlerinde asker elbisesi olmasına ve Paşa'nın seçtiği zabitlerin nezareti altında olmalarına rağmen, asker terbiyesi görmüyorlardı. Kazım Karabekir Paşa, çocuklarda,
BEYAZ LÂLE
Hudutta bozulan ordu iki günden beri Serez’den geçiyordu. Hava serin ve güzeldi. Ilık bir sonbahar güneşi, boş, çimensiz tarlaları, üzerinde henüz taze ve korkak izler duran geniş yolları parlatıyordu. Bu gelenler, gidenlere hiç benzemiyorlardı. Bunlar adeta ürkütülmüş bir hayvan sürüsüydü. Hepsinin tıraşları uzamış, yüzleri pis ve
Saat 12.00’yi biraz geçmekte idi,
Fransız askeri çok hevesli idi,
Bu büyük bir şeref idi!
Boğazı ilk Fransız geçmeli idi.
Koramiral Robeck verdi emri,
Fransız gemileri ileri!
Ve bir kilometre geriden,
Bu ülkede, temiz yürekli, duygulu ve candan insanlar vardı. Zenginin kapısı fakire açık ve gurbet yolları, sonunda mutlaka bir sıcak yurda ulaşacaktı. Orada, bütün kadınlar ana, bütün kızlar kardeş ve bütün çocuklar evlâttı. Oranın taşı arkadaş, yoksulluğun derecesi bence malûmdu. Faka,t bu maddi yoksulluğun içinde bir manevi varlık bulacağını
Türkiye nedir? O her zaman birileri tarafından aranan bir şeydi.
Ne olduğunu henüz bilmeden sevenler tarafından, ne olduğunu en başından sezip de sevmeyenler tarafından, ne olduğunu henüz bilmeden sevmeyenler ve ne olduğunu en başından sezip de sevenler tarafından. Ona ait olanlar, ona yaslananlar, ona tapanlar tarafından.
Ona itiraz edenler,
İşte ey gençliğinde gülmüş, şimdi güldüğüne ağlayan nefsim! Bil: O bîçare asker ise sensin ve insandır. Ve o arslan ise eceldir. Ve o darağacı ise ölüm ve zeval ve firaktır ki gece gündüzün dönmesinde her dost veda eder, kaybolur. Ve o iki yara ise birisi müz'iç ve hadsiz bir acz-i beşerî; diğeri elîm, nihayetsiz bir fakr-ı insanîdir. Ve o nefiy ve yolculuk ise âlem-i ervahtan, rahm-ı maderden, sabavetten, ihtiyarlıktan, dünyadan, kabirden, berzahtan, haşirden, sırattan geçer bir uzun sefer-i imtihandır...
Zamanında asker bunu yapmış ve Mezargediği'ne karakol açmıştır ama şimdi o karakol yok artık, kapalı. Türk bayrağı gönderde dalgalanmıyor, törenle indirildi. Hemen aşağısında Tanyolu karakolu varmış, şimdi kapalı, tıpkı onun da hemen aşağısındaki Hazne karakolu gibi. Meydan teröristlere bırakılmadı elbet, başka güvenlik tedbirleri var şimdi o bölgelerde. Ama çok önemliydi bu karakollar, Mezargediği Şemdinli istikametini kapatıyorlardı. Şimdi yoklar. Acı bu bizim için, inanın bayrağı gönderden indirmek çok acı.