Günlerden pazartesi, saat sabahın altısıydı. Tam belediye binasından içeri girecekti ki onu gördü. Ayak parmakları patlak postallarından dışarı fırlamış, üstübaşı paramparça, açlıktan avurtları çökmüştü. Hıçkırıklara boğulmuş haldeydi, kimsenin farkında değildi. Yürüdü, önünde durdu. 'Asker ağlamaz arkadaş, sen niye ağlıyorsun?' diye sordu. Cevap alamadı. Sorusunu tekrarladı. 'Söyle, niye ağlıyorsun?' Askercik bu kez konuştu. Sesi yanıktı. 'Düşman memleketi bastı, hükümet beni terhis etti. Silahımı aldılar. Ben şimdi bu düşmanı ne ile öldüreceğim?' 'Üzülme' dedi ayaktaki, 'Gel benimle.' Yürüdüler, tümen karargahına gittiler. Emredildi, askerciğe silah verildi. O askercik 19 Mayıs sabahında bağımsızlık ateşini harlayacak sonra da vatanı özgürlüğüne kavuşturacak ordunun ilk askeri, ona bu yolu açansa ebedi Başkomutan Mustafa Kemal'di. 19 Mayıs sadece bayram değildir, varoluşa giden inancın ilk adımıdır!
ESKİ BİR BAKANIN, GENELKURMAY BAŞKANINA MEKTUBU... Eski bakanlardan Rıfat Serdaroğlu, darbe yapmayacağız diyen Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’a e-posta yoluyla yerel bir internet haber sitesinden seslenmiş, örneğini bana da gönderdi. Başlığı epeyce manidar: “Size darbe yapın diyen mi var?” Hiçbir yorum yapmadan sizlere (özetleyerek)
Reklam
Sanırım son Ankara'ya gelişim altı yıl önceydi. Çok iyi bilmediğim halde bu gün Kızılay Meydanı’ndan geçerken o kalabalığı özlediğimi farkettim. Hatta bana hep boğucu gelen Ankara’nın serin sabahlarını bile özlemişim. Şu anda Çankaya tarafında bir simit evinde baharın yeni yeni uç verdiği parkı seyrediyorum. Karşımdaki masada siyah uzun saçlı şampanya kazaklı kot pantolonlu bir kız ile yanında sanırım erkek arkadaşı, oturuyorlar. Onun da montu biraz daha koyu şampanya ve ayağında kot pantolonu var. Asker traşı olmuş. Tahminimce öğrenci ikisi de. Poğaça ve çay istediler. Sağ masaya şimdi oturan ise kırk yaş civarı bir kadın. Kırmızı kabanını çıkardı. Siyah kumaş pantolonu ve fistik yeşili sade bluzu ile çay ve simit sipariş etti. Meç saclari var. Bir altmış boylarında, oldukça kibar ve narin görünüyor. Gazetesi ile bu serin Mart sabahının tadına varmaya calışıyor. Sol tarafımdaki masaya şimdi içeri giren 35 yaşlarinda kumral siyah deri montlu kadın oturdu. Montunu çıkardığında; uçuk pembe bir hırka onun içinde de beyaz bir tişörtü var. Kırmızı çerçeveli ve saplı gözlükleri topuz yaptığı saçına yakışmıştı. Kot pantolonu biraz yaşına göre rüküş dursa da o kendini rahat hissettiği sürece sorun yoktu. 14-03-2015 ANKARA
“Hiç unutmam,” diye başladı yaşlı kadın cümlesine “Hiç unutmam yavrum, bundan on sene öncesi, o zamanlar böyle yatalak değilim. Oğlumun kolundan tutup ‘Beni Ankara’ya götür’ demiştim. İtiraz etmemişti, iki gün sonrasına uçak bileti almış, götürmüştü beni Ankara’ya. Taksideyken ‘Nereye gideceğiz anne’ diye sordu, gözlerim yaşlı cevap verdim ona
Üzerinde ”EN GÜZELE” yazılı, altından bir elmayı, şölenin yapıldığı salonun ortasına bırakıverdi. Doğal olarak bütün tanrıçalar, bu elmaya sahip olmak istediklerinden uzun tartışmalar oldu. Sonunda üç büyük tanrıça dışında diğerleri çekildiler. Ama kudret tanrıçası Hera, zekâ tanrıçası Palas Athena ve Aşk tanrıçası Afrodit elmaya sahip olmakta
TÜRKİYE YAZARLAR SENDİKASI, Barış İçin Şimdİ / Basın Bildirisi KURŞUN YARASI DEĞİL, BARIŞ GÜLÜ… Kamuoyuna, Kan durmuyor. Ülkenin doğusu nicedir kan içinde. Asker, polis, anne, öğrenci, işçi, rençber, oğul, kız, bebek, genç, ihtiyar… Ölüm, kimsenin gözünün yaşına bakmıyor; ardında gözü yaşlı yoksul bir insanlık bırakıyor. Batıdaysa barış isteyenler, gözü kararmış bir kan güdüsüyle iktidarın ve medyasının hedef tahtası kılınıyor. Kan dursun, diyen akademisyenler, yazarlar, aydınlar, öğrenciler, memurlar vatan hainliğiyle suçlanıyor. Oysa bu ülkenin esenliği için biricik yol; kanın kuruması, silahların susmasıdır. Ölüm nereden, kimden gelirse gelsin, kıyılanlar bu halkın oğullarıdır, kızlarıdır. Doğunun sokaklarında “savaş ölüleri” istemiyoruz. Batının meydanlarında “şehit cenazeleri” istemiyoruz. Kardeşin kardeşe kırdırıldığı bir ülkede sonsuz acıdan başka hiçbir şey yoktur. Avuçlarımızda “kurşun yarası” değil, “barış gülü” büyüsün istiyoruz. Çünkü ancak o zaman, insanın acısını insan alabilir. Bunun için “yeniden barış”, “hemen barış”, “sürekli barış” diyor; savaş kışkırtıcılarını lanetliyoruz. --
Reklam
897 öğeden 881 ile 890 arasındakiler gösteriliyor.