Hiç sıyrılamadığım Latin konukseverliğiyle, bir şey içmek isteyip istemediğini sordum, yanıtı hayır oldu, istemediğinden çok, ikramıma şaştığındandı. Kendini evimde yadırgadığı belliydi. Ben çalıştığım iskemleye oturdum, onu sedire buyur ettim. Oturmak için trençkotunu çıkarmadı, zaten buruşuktu. Köpek ayağının dibine uzandı. "Ne oldu buna?" "Didcot istasyonunda birkaç serseri. Bana sataştılar. Köpek beni savunmaya davrandı. Bir tanesini ısırdı. Hem de fena ısırdı, canını yaktı. Hepsi bir olup yakaladılar, beklediğimiz trenin rayları üstüne koydular. Peronun ilerisinde. Beni de sımsıkı yakalamışlardı. Ağzımı tıkıyorlardı. Gecenin körüydü. Tren köpeği ortadan biçsin istiyorlardı. Ama tren geldiğinde ellerini rayın o kadar yakınında tutamaya cesaret edemediler. Tren hızını keseceğe benzemiyordu. Durmadı. Bizim tren değilmiş. Köpek dönüverdi ve yalnız bacağından oldu. Nasıl kan boşalıyordu, bilmezsiniz. Ben birkaç sopa yediğimle kaldım. Benim bacağım çocuk felcinden. Küçüklüğümde geçirdim." "Didcot istasyonunun böyle tehlikeli yer olduğunu bilmiyordum." "Yalnız maç günlerinde. Yani, Oxford takımı birinci lige yükseldiğindeydi. Sık sık olmaz." Köpeğin sırtına hafifçe pat pat vurmaktan kendimi alamadım, okşayışıma hepten kayıtsız kaldı. "Av köpeği miydi?" "Evet. Artık av falan yok."
28 Mayıs....
Birinin doğum diğerinin ölüm tarihi 28 Mayıs.. Ortak noktaları mı? Elbette duygu, elbette şiir... Kocaman yürekli iki Adam... Ve bu şiir ki,
Küçük İskender
Küçük İskender
'in "bu ne biçim şiir" diyerek kitabı duvara çarptığı... Hiç kıpırdamadan dağa bakan bir köpek gördüğünde ise, "Phoenix"in dizesini animsayip ("Kim bakardı uzağa köpekleri
Reklam
Hz. Ebubekir şöyle der:
"Ey insanlar ben sizlerin en hayırlınız olmadığım halde başınıza geçirilmiş bulunuyorum. İyilik yaparsam bana yardımcı olunuz. Kötülük yaparsam beni doğrultunuz... Ben Allah'a ve Resûlüne itaat ettikçe siz de bana itaat ediniz. Eğer Allah'a ve Resülüne karşı gelip isyan edersem o zaman benim sizden itaat beklemek hakkım yoktur.”
Sayfa 212
Furuğ Ferruhzad
Ben üşüyorum. Ben üşüyorum ve sanki hiçbir zaman ısınmayacağım sevgili, ey biricik sevgili, "o şarap meğer kaç yıllıkmış?" bak burada zaman nasıl da ağır ve balıklar nasıl da benim etlerimi kemiriyorlar neden beni hep deniz diplerinde tutuyorsun? ben üşüyorum ve sedef küpelerden nefret ediyorum ben üşüyorum ve biliyorum yabanıl bir gelinciğin tüm kızıl evhamlarından birkaç damla kandan başka hiçbir şey arda kalmayacak...
Acaba şu anda mutlu ettiği kişi kim olacak?
Xozga isimli bu şarkının Kürtçenin "sorani" lehçesine ait olduğu bilgisi var. Ben kürtçe bilmem ama bir sanatı hissetmek için illa o dili bileceksin diye bir kural yok. Hissettirdiği, bıraktığı duygudur aslolan. Ne diyordu şarkıda, ... Acaba şu anda mutlu ettiği kişi kim olacak? Şu anda bana hatırlatıp hatırlatmadığını merak ediyorum Tatlı anılar onu (düşüncelerini) tekrar düne getirecek lalala lalala lalala la la lala Kırık bir kalp acı verir, çaresi yoktur Ayrılık budur Hayat hep böyleydi ve böyle kalacak Mutluluk hiç kimse için sonsuz değildir (tüm güzel şeylerin bir sonu vardır)
Justitia

Justitia

@dThemis
·
28 May 21:57
Bilmediğin bir dil sana ortak duygular hissettirebilir
Aman Tanrım, şu anda onu öpen kişi kim olacak? Aman Tanrım, şu an onun kokusunu alan kim olacak? Allah’ım şu an göğsüne dokunan kim olacak? youtu.be/vwM1qe0lXl0?si=...
216 syf.
8/10 puan verdi
·
Read in 15 days
Tecavüz: Toplumun gizli hoşgörüsü ile beslenen bir insanlık suçu
Uzun zamandır merak ettiğim bu çalışmada Diana Scully ezberleri bozarak, cinsel şiddetin, saldırgan bireyin içinde yaşadığı toplumun değer yargıları ile ilişkisini ortaya koyuyor. Uzun yıllar boyu, ve hatta günümüzde bile devam eden uygulamara atıfta bulunarak, cinsel şiddette bulunan erkeğe çeşitli hafifletici sebeplerle koruma alanları yaratan
Cinsel Şiddeti Anlamak
Cinsel Şiddeti AnlamakDiana Scully · Metis Yayıncılık · 2013347 okunma
Reklam
Babamın ardından:
Babam, bundan tam bir yıl önce (28 Mayıs 2023) saat 22.15 sularında dünyadaki yolculuğunu tamamladı. Kendi ifadesi ile “tencerede bişirip gapaanda yiyen” bir adamdı. Tarım işçiliğinden inşaat işçiliğine kadar çok da gelecek vaat etmeyen işlerde ömrünü tüketti. Vefat ettiğinde 1800 gün sigortası ya vardı ya da yoktu. Gömleğinin ve tişörtünün ön
“….ben de çayın önemsiz bir içecek olmadığını biliyorum. Bir ritüel halini aldığında, küçük şeylerdeki büyüklüğü görme yeteneğinin merkezini o oluşturur. Güzellik nerededir? Diğerleri gibi ölmeye mahkum büyük şeylerin içinde mi, yoksa hiçbir iddia bulunmadan, anın içine bir sonsuzluk tomurcuğu yerleştirmeyi bilen küçük şeylerde mi? Çay ritüeli, aynı jest ve yudumlamaların bu değerli sürdürülüşü, basit, sahici ve rafine duyumlara bu yükseliş; çay, yoksulların olduğu kadar zenginlerin de içeceği olduğundan bir aristokrat zevkine sahip olma izninin pek az masrafla herkese bu verilişi; yani çay ritüeli, hayatlarımızın saçmalığında dingin bir uyum gediği açmak gibi olağanüstü bir erdeme sahiptir. Evet, evren boşlukla elbirliği yapar, kayıp ruhlar güzelliğe ağlar, anlamsızlık bizi kuşatır. O halde, bir fincan çay içelim.”
Ben çöp tenekesine ve dönüşümüne her gün dikkat etmeye bu anlattığım geceden hemen hemen bir yıl sonra başladım, başka bir sefer anlatacağım farklı nedenlerden ötürü, Clare Bayes'i dilediğim kadar sık göremediğim (yerine bir başkasını koymuş da değildim), ve Oxford kentindeki görevim haddinden fazla hafiflediği (ya da belki işimde giderek
1,000 öğeden 21 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.