Hiçbir insan ve hiçbir hayal, dünyada herhangi bir varlık tarafından gerçekten sevildiği sürece yaşadığından daha uzun zaman gerçek anlamda canlı kalamaz.
Fransız Devrimi’nde - her devrimde olduğu gibi - açık seçik, iki tür devrimci birbirinden ayrılır: idealizmleriyle devrimci olanlarla garazlarıyla devrimci olanlar; birileri kitleden daha iyi bir yaşam sürmüştür ve kitleyi kendi düzeylerine çıkarmak, onun eğitimini, kültürünü, özgürlüğünü, yaşama biçimini daha iyiye götürmek isterler. Ötekilerse uzun zaman kötü şartlarda yaşamıştır, durumu daha iyi olanlardan intikam almak ister, yeni kavuştukları gücün eski güç sahiplerinin zararına tadını çıkarmak ister. Bu tutum, temeli insanın çelişkili doğasında kurulu olduğundan, bütün zamanlar için geçerlidir.
Asıl şimdi, bütün dünyaya karşı en yakın arkadaşı geçinen herkes, Kraliçe’yi terk ettiğinde karanlığın içinden, gerçekten dost olan kişi belirir: Hans Axel von Fersen. Sevgisiyle örnek bu insan, Marie-Antoinette’in gözüne girmiş biri sayılmanın şan, şeref getirdiği onca zaman boyunca, sevdiği kadının onurunu korumak için çekingenlik gösterip ortalarda görünmemiş ve böylece onun en derin sırrını meraklardan ve gevezeliklerden saklamıştır. Fakat şimdi, aşağılanmış birinin dostu olmanın ne çıkar, ne şeref, ne hürmet, ne gıpta topladığı, tersine cesaret ve sınırsız bir fedakarlık kararlılığı istediği sırada gelip Marie-Antoinette’e arka çıkmaktadır onun bu biricik seveni ve sevileni; ve böylece tarihe geçmektedir.
14 Temmuz’da XVI. Louis Bastille’i kaybetmiştir, ardından 17’sinde onurunu da gönderir ve rakibinin karşısında o kadar eğilir ki, başındaki taç yuvarlanıp gider.
Kraliçe, tek alelaceleci hareketiyle nasıl bir uğursuzluğun ipini boşandırdığının henüz farkında değildir. Fakat bir bina çürümüş, altı çoktan oyulmuşsa, duvardan tek bir çiviyi sökmek yeter: Hiçbir yeri ayakta kalmamacasına yıkılır.