Koğuştan avluya açılan demir kapıda minicik bir mektup deliği var. En son Safinaz'la ben kalırız o deliğin başında. Boşalan avluya bakarız bir süre. Gardiyanlar avlu merdivenlerini çıkıp idareye giden dış kapıyı da kapatırlar. Akşamı götürürler anahtarlarıyla birlikte. Yıldızları da.
"Dışarısı ne kadar büyükmüş! Dışarısının gökyüzü de kocaman. Annemi üç tane ağabey götürdü hastaneye. Tüfekleri var hepsinin. Annem kaçarsa annemi vururlarmış. Ama annem kaçmadı.
Ağabeylerden biri hastanenin bahçesinde dolaştırdı beni. Sonra ne gördüm bil bakalım! Bir uçurtma!
İlk kez senle birlikte görmüştüm geçen yıl. Ben ne olduğunu bilememişim de sen demiştin uçurtma diye. Kocamandı senle gördüğümüz. Bizim göğümüzdeydi hem. Bu seferki o kadar büyük değildi. Ama maviydi onu gibi. Ağabeye dedim ki:
" Bak, uçurtma kaçmış!"
" Hani bakayım? Nereden kaçmış?"
"Bizim göğümüzden kaçmış. Ama sakın onu vurma!"
Ağabeyin gözleri doldu ben böyle deyince. Bana simit aldı. Babam gibi.”
""Sen niye buradasın?" diye sordum Nevin'e.
O da halkını sevdiği için buradaymış. Ben büyüyünce halkımı hiç sevmeyeceğim. Halkını sevenler hep kafese giriyor."