Hz. Peygamber"in inen vahiyleri tebliğ ve tilâvetinin yanı sıra, inananlara Kitab"ı, hikmeti ve onlara bilmedikleri şeyleri öğretme (32) gibi önemli bir vazifesi daha vardı.(33) Allah"ın Kitabı"nı öğretmesi, daha çok amelî konularla ilgili olup pratiğe yönelikti. Âyetlerde ifade edildiği gibi o, Kur"an"ın yanı sıra,
İçimden bir ses diyordu ki:
— Bunların hepsinin elbette ki bir manası vardır. Ama sen anlayamıyorsun. Çünkü sen bir cahilsin! Kaf andaki bütün sermayen, bir öğretmen okulu'nun basmakalıp tekerlemeleri üzerine işlenmiş karmakarışık birtakım tahayyülden başka nedir ki? Hatta istanbul'dan bir darülfünun şahadetnamesi de alabilirdin. Fakat sanki ne değişecekti? Belki mecelle kaidelerini sen de ezberleyecektin. Tek yabancı dil bilmeyen, evlerinde kütüphaneleri bulunmayan, koltuklarının altında telif eserleri olmayan birtakım asık suratlı hocalar sana dünya tarihinden, iktisattan, coğrafyadan dersler vereceklerdi. O dersler, o takrirler ki, en kabadayısının özünü bir incir çekirdeğine sığdırmak kabildir. Sen, bir yabancı dil bile
bilmiyorsun. Muallim mektebi sana ne vermişse onu bir adım bile ilerletemezsin. Avrupa'ya tahsile gideyim desen seni kim gönderir? Memleketinde tek dikili ağacın
ve bir yerde bir tek kuruşun bile yok... Halbuki hem senin ömür çürüttüğün o yarı kışla mekteplerin, hem o dilsiz, kitapsız, fakat kof, asık suratlı hocaların arkasında, ne senin, ne de onların bilmediğiniz başka bir âlem var: Bilgilerin, fikirlerin, kül
türlerin âlemi. Beşerin asırlar ve asırlar boyunca biriktirdiği fikir sermayesi... Sen onun yolunu bulmalısın yavrum, onun kaynağını... Sen anlamıyorsun ama her şey ona dayanarak yürüyor. Terakkiler, medeniyetler, hatta isyanlar, ihtilâller bile...
Öner ve Yücel Davası: 31 Mart 1947'de Atsız, Zeki Velidî ve arkadaşlarının beraatıyla sonuçlanan Irkçılık-Turancılık Davası'nın yankıları 1947 yılında başlayan Öner ve Yücel Davası ile devam etmiştir. Dava, 29 Ocak 1947'de İçişleri Bakanı Şükrü Sökmensüer'in TBMM'deki bir konuşması ve Fevzi Çakmak'ın 05 Şubat
Farabi, yani nam-ı diğer adıyla muallim-i sani (ikinci öğretmen) birinci öğretmen Aristoteles'tir. Farabi, Aristoteles'in kitaplarını çevirerek, hem bizim dünyamıza (doğu) hem de batı dünyasıyla tanıştırmıştır. Benim en sevdiğim felsefeci ve düşünürlendendir. Bir gün Farabi'ye sorarlar, "Eğer Aristoteles'le aynı dönemde yaşamış olsaydınız hanginiz daha başarılı olurdu?" Diye Kendinden beklenen zekilikte bir cevap vermiş ve demiş ki; eğer aynı zamanda yaşıyor olsaydık, onun en iyi öğrencisi olurdum. Hem kendini hem haddini bilen incelikte bir cevap.
Bu kitapta Farabi, yaşama dair önemli bulduğu kavramları ele alıyor. Şahsen ben her kitabına ihtimam gösterdiğim için ayırım yapamıyorum ama Farabi'yi bilmek ve güzel bir düşünce kitabı okumak için iyi bir başlangıç olabilir. Şimdiden iyi okumalar dilerim
Gençliğin vicdanının yapıcısı pek geniş ölçüde muallimlerdir. Bir devrin vicdan hatalarını, o devir neslini yetiştirmiş olan muallimlerin ruh düşkünlüğünde aramak hakkımızdır. Ve nesli, içine düştüğü uçurumdan ancak muallim kurtarabilir.
TÜRKİYE’NİN MAARİF DAVASI
Yarınki hayatı yaşanmaya değer yapan çocuklarımızdır. Onlara ne verdik ki, gençliğimizden ne bekleyelim?.
Evet ne yaptık? Yazarın yakındığı hangi şeyi düzelttik? Mesela halen bir çocuk şehrimiz yok. Evlerimizde her türlü akıllı alet var ama çocuk ruhundan anlayacak bir cihaz üretemedik. Yine dediği gibi çocuklar